AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Yararsız bir tartışma: Referandum mu yoksa
Anayasa değişikliği mi?

Hayırdır inşallah, "başörtüsü yasağı" konusunda "toplumsal mutakabat"ın yolu açılmakta mı yoksa?

Şu günlerde her yerde bir "tatlı telaş" gözleniyor...

Ne yapalım, bizim ülkemizdeki şartlar da böyle...

Biliyorsunuz; ülkeler (hele de üniversiteye devam söz konusu olduğunda) "başörtüsü" kullanımı söz konusu olduğunda üç temel gruba ayrılabilir:

1- "Başörtüsü"nü gündemlerine sokmayan ülkeler.
2- "Başörtüsü"nü açtırmayan ülkeler.
3- "Başörtüsü"nü kullandırmayan ülkeler.

Birinci gruba giren ülkeler çoğunluğu ellerinde bulunduruyor. İkinci gruba giren ülkeler malum. Üçüncü gruba giren ülkeler ise iki tane: Türkiye ve (söylendiğine göre) Tunus.

Birinci gruba giren ülkeler tabii ki bu açıdan en makbul ülkeler. İkinci gruba giren ülkelerdeki uygulamayı savunmak imkansız, çünkü bir kadının başını açıp açmayacağına karar vermek hiçbir ayetullahın görev alanına giremez, girmemeli. Üçüncü gruba giren ülkeler ise (aralarındaki büyük farka rağmen) gözlerini Batı'ya çevirdiklerini iddia etseler de bakışlarını "baş hizası"nda sabitlemiş ülkeler...

"Başörtüsü yasağı" bu ülkede tabii ki büyük bir sorun. O halde ne yapmalı ki ülkemiz bu konuda da birinci grup ülkeler arasında yer alabilsin? Referandum mu yoksa Anayasa değişikliği mi?

Birkaç gündür tartıştığımız konu bu. ANAP Genel Başkanı Erkan Mumcu'nun (biliyorsunuz, o iddialı ve "liberal" Mumcu, yakınlarda şahit olduğumuz "Trabzon olayları" ve benzer "nazik" olaylara ilişkin tek kelime bile söylemedi, yani o derece ihtiyatlı da!) hükümete yönelttiği "Hadi gelin, omuz omuza verip YÖK'ü kaldıralım ki bu türban yasağı tarih olsun!" şeklindeki çağrısı ile tartışma (ve "umut"!) tekrar alevleniverdi.

Bu çağrının medyada büyük ilgi ve hatta kabul gördüğü de söylenebilir. Kara Kuvvetleri Komutanı'nın "eşarp"a dair söylediği sözler ve de son olarak GATA'ya bağlı Hemşirelik Yüksek Okulu'ndaki mezuniyet töreninde "eşarplı yakınlara" izin çıkması da "çağrı" ile üst üste gelince, pek çok kalem "İşte toplumsal mutakabatın tomurcukları!" demeye başladı bile...

Belki yeri değil ama değinmeden olmaz: Ben bu yorumlar içinden özellikle birisini çok beğendim. Gazete yazarı bu gelişmeleri "başörtüsü" ile "eşarp-bone" farkını merkeze alarak değerlendiriyordu. Madem ki "boneli şehit annesi"ne (ahh kendilerine istismarın en âlası yaşatılan o "şehit anneleri"!) vize çıkmıştı, o halde çözüm "eşarp ve bone" istikametinde aranamaz mıydı?

Sizi bilmem ama bu "boneli" tartışmalar beni rahatsız ettiği ölçüde üzüyor da... İnsaf yani; "peruk"tan sonra şimdi de başımıza "eşarp-bone" modası mı çıkacak nedir?

Neyse, biz dönelim Mumcu'nun çağrısına:

Mumcu, "türban için referandum söyleminin" tehlikeli sonuçları olabileceğine dikkat çekiyor ve uygun yöntemin Anayasa değişikliğine gitmek olduğunu belirtiyor. Doğru, "türban için referandum" fikri iltifat edilecek bir fikir değil gerçekten. Ama bu, bu fikrin "tehlikeli sonuçları olabileceğinden" dolayı değil, hiçbir aklı başında ülkede temel bir insan hakkının referanduma sunulamayacağından dolayı böyle. Hatırlayın, Özal'ın (ve de üzerinde "No! No!" yazılı tişörtü ile "Hayır" için çabalayan devlet bakanının) "eski siyasetçiler"in siyasete tekrar dönmelerini engellemek için milleti sandık başına topladığı "referandum"un ruhu nasıl da çirkin bir şeydi... Sonuç Özal'ın istediği gibi çıkmamıştı ama böyle bir konuda "halkoyuna" başvurduğumuzdan dolayı dünyaya rezil olmuştuk.

Ayrıca, Hasan Celâl Güzel'in haklı olarak hatırlattığı gibi, "1982 Anayasası'nda TBMM'nin ve Hükümetin'in doğrudan referanduma gitme yetkisi yoktur. (...) halk oylamasının inisiyatifi Cumhurbaşkanı'na bırakılmıştır." Yani, Sezer cumhurbaşkanı kaldığı müddetçe, sizin "türban" için referandum ya da Anayasa değişikliği istemeniz bir şeyi değiştirmez; her iki halde de (bkz: Anayasa'nın 175. maddesi) sonuç Cumhurbaşkanı'nın keyfine bırakılmış bir "referandum"la sonuçlanacaktır....

Benim son günlerin bu sıcak tartışma konusu hakkında asıl söylemek istediklerim bunlar da değil. Ben bu konuda asıl olarak Mustafa Erdoğan'ın geçen gün (16 Haziran, D.B. Tercüman) pek güzel dile getirdiği bir tespiti aktarmak istiyorum. Erdoğan sorunu (ve çözümünü) o derece açık ve seçik biçimde açıklıyordu ki, doğrusu bu kadar olur:

"Nitekim, Başbakan Erdoğan, çaresizlik duygusu içinde, sık sık 'bu sorunun çözümü için toplumsal mutabakata ihtiyaç olduğu'nu söylemektidir. 'Toplumsal mutabakat'tan kastettiği de aslında bürokratik kurumların ikna edilmesidir. Yoksa Türkiye toplumu içinde başörtüsünün özgürleştirilmesine karşı çıkan geniş bir kesimin bulunmadığını herkes biliyor. (...) Demek istediğim, başörtüsü sorununun çözümü hukuki değil, politiktir. Çünkü üniversitelerdeki başörtüsü yasağı hukuktan kaynaklanmıyor; bu, Türkiye'deki güç ilişkilerinin halihazırdaki yapısından kaynaklanan fiili bir durumdur. Bu yasağa dayanak oluşturabilecek hiçbir mer'i kanun bulunmadığı gibi, olsaydı bile, bu, Anayasa'nın öngördüğü temel haklar rejimine açıkça aykırı olurdu. Ayrıca, anayasal bir ilke olan 'laiklik' de, genellikle ileri sürüldüğünün aksine, böyle bir yasağa dayanak değil engel oluşturur. Onun için yasağı hukukiymiş gibi gösterme çabaları kasıtlı olarak bir 'göz boyama'dan ibarettir. Yaratılmaya çalışılan hukukilik görüntüsü zorbalıktan başka bir şey değildir..."

Ne güzel değil mi? Hadi bu tespitten sonra siz gidin de "Anayasa değişikliği" ya da "referandum" yapın!

Erdoğan'ın analizinin "anafikri"ni bir kez daha hatırlayalım: "başörtüsü sorununun çözümü hukuki değil, politiktir." Bunun böyle olduğunu çok yanlış bir karar sonucu "dosya"yı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne götürenler de görüp anlamadılar mı?


22 Haziran 2005
Çarşamba
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED