T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 6 HAZİRAN 2006 SALI | ||
|
Başbakan Erdoğan'ın önceki gün Şırnak AKP il kongresinde sarfettiği sözleri önceki bazı başbakanlardan da işitmiştik: "Siyasetçinin, bayramlığıyla kefenliği yanındadır." Kulaklarımıza çok tanıdık gelen bu sözlerin bugünün dünyasında yeri olmadığı muhakkak. Ancak bu sözlerin sarfedildiği ülkenin adı Türkiye olunca işin çehresi değişiyor. Çünkü bu memleketin -bırakın "imparatorluk" dönemini- yakın tarihinin sayfalarına biraz olsun aşina olan her evladının bildiği gibi, adına "siyaset" denilen (ve aslında "medeni" olarak nitelendirilmesi gereken) pratik ve adına "siyasetçi" denilen "aktörler"in (tamamen yanlış bir biçimde giderek "oyuncu" sözcüğüyle eşanlamlı kullanılmaya da başlanan bu sözcüğü hiç de sevmiyorum ama neyse..) "kefenliğini yanında taşımak"la çok yakından ilgisi vardır. Madem ki öyle, o halde gecikmeden ilk tespitimizi yapabiliriz: Bir ülke ki, "siyasetçisi" (hem de Başbakanlık makamına oturmuş siyasetçisi) sözünü ettiğimiz bu son derece "dokunaklı" ama çoktan "tarih olmuş" olması gereken sözleri sarfedebilmektedir, o ülke -hiç kuşkusuz- henüz "Eski Rejim"in çerçevesini yırtamamıştır. Tamam, bu gerçekten zamansız sözlerin hâlâ ayakta durabilmesinde "imparatorluk" döneminin "siyaset çeşmesi"nin hafızalarda bıraktığı derin izin etkisi muhakkak ki büyüktür. Ama insaf; "siyaset"in hâlâ "ölüm cezası" ile birlikte hatırlanmaması için aradan yeterince zaman geçmemiş midir? Türkiye işte böyle bir ülkedir... "Cumhuriyet" söz konusu olduğunda sanırsınız ki Büyük Fransız Devrimi'nin "Terör" döneminin üç aşağı beş yukarı benzeri bir "ruh hali" içindedir... Ama takdir edersiniz ki, bu derece hararetli bir "kamusal hayat" ve "kamusal hayat tartışması" kemirmeye başladığımız yüzyılın "siyaset" ve "siyasetçi"sine yüklediği anlam, rol ve işleve son derece aykırıdır. Yani diyeceğim: ARTIK "sakin olmak", heyecanlı ama "eforik" olmamak zamanıdır... "Siyaset"in her şeyden önce, kendimize, ailemize, yakınlarımıza, çevremize ve giderek içinde yaşadığımız toplumumuza ilişkin "iyileştirmeler" peşinde koşan "medeni" bir pratikten ibaret olduğunu -nihayet!- bizim de anlamamız gerekmez mi? Bu sakin pratikle meşgul siyasetçi "kefenliğini" niçin yanında taşısın? Savaşa mı gidiyor, yoksa "medeni" ("medine"den yani...) bir gayretin içinde mi? "Siyaset" ve "siyasetçi" söz konusu olduğunda bizi saran bu "gerilimi" kolay (ya da kısa sürede) atlatabileceğimizi sanmıyorum. Besbelli ki "denizlerin durulması" için ortadan kalkması gereken "dalgalanmalar" daha uzunca bir süre devam edecek... Bu "gerilim" bizi toplum olarak o derece içine çekmiş durumda ki, Güneydoğu'da tekrar başlayan çatışmalarda hemen her gün ölen gençlerimizin yasını tutmayı bile beceremiyoruz. İnanmıyorsanız fazla değil, geriye doğru iki-üç ayın "şehit haberlerini" önünüze koymanız yeter de artar bile. Hemen her güne bir "şehit" düşüyor. Şehit verilen bu çatışmalarda ölen PKK'lı sayısı şehit sayısından fazla ise gazeteler bu gelişmeleri artık şu tarzda veriyor: "4 PKK'lı öldürüldü. Bir er şehit oldu." Günde bir "şehit"ten hesap ederseniz, yılda 365 şehit yapar. Bunu iki ile çarparsanız sayı 730'a ulaşır. Ölen PKK'lıları da hesaba kattığınız zaman ulaştığınız rakam daha bir korkutucu olacaktır. Şimdi söyleyin: Bu sayıların telaffuz edildiği bir ülkede hangi konuda iyimser olunabilir? Bir toplumun "yas tutma"ya ilişkin duyarlılığı bu derece zedelenmiş ise, o toplumun geleceğine ilişkin umutlar beslemesi gibi bir "lüksü" olabilir mi? Bana göre iş dönüp dolaşıp toplumca "sakin olmamıza" gelip dayanıyor... Bu çağrı ve dileğimi tabii ki bütün kesimlere postalıyorum. "Siyasetçiler"e yanlarında "kefenliği"ni taşıdığını söyleten bu "siyaset" tarzı bitsin artık... "Şehit" haberlerini bir türlü "siyaset"e malzeme yapmadan, bu haksız genç ölümlerinin yasını topluca ve ciddi olarak tutabilmeyi öğrenmeliyiz artık... Siyasetin başta çocuklarımız olmak üzere kendimizin, yakınlarımızın, çevremizin, içinde yaşadığımız toplumun ve içinde yaşamadığımız halde bir biçimde aklımızda olması gereken diğer toplumların nasıl daha rahat ve mutlu yaşayabileceklerinin hep birlikte tasarlandığı "medeni" bir alan olarak anlaşılmasının zamanı gelmedi mi? Benim kanaatim, "sesleri çok çıkanlar"ın dışında "Derin Türkiye"nin de büyük ölçüde bu fikirde olduğu yönündedir.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |