T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 6 HAZİRAN 2006 SALI | ||
|
Müslümanlar, tarihlerinin en bunalımlı dönemlerinden birini yaşıyorlar. İki asırdır yaşadığımız medeniyet buhranı, bizi büyük uçurumların eşiğine fırlatıyor. İslâm medeniyeti sürmediği, kendi kavramlarını ve kurumlarını üretemediği için, karşı karşıya kaldığımız uçurumlar, her geçen gün daha da derinleşiyor. O yüzden, tarihe kapatılmış durumdayız; ve tarih bizim dışımızda cereyan ediyor, tarihte tatilde olduğumuzu bile fark edebilmiş bir entelijansiya yok ülkede. Tarih, ancak tarihin farkında ve bilincinde olan toplumlar tarafından yapılır. Bizim gibi tarihte tatile çıkmış toplumlarda, tarih bilinci de yok demektir. Bu toplumların, bırakınız tarih yapabilmelerini, bağımsız olduklarından bile sözedebilmek gülünçtür. Bu toplumlar, siyasî olarak da, kültürel olarak da, entelektüel olarak da gerçek anlamda bağımsızlıklarını yitirmişlerdir; her bakımdan başkalarına bağımlıdırlar. O yüzden de, dışardan gelebilecek her tür müdahaleye açıktırlar. Türkiye'nin toparlanması gerekiyor. Tarihe müdahale edebilecek bir özgüvene ve donanıma sahip olması, bunun için gerekli hazırlıkları yapması gerekiyor. Türkiye gibi köklü bir kültür, tarih ve medeniyet tecrübesine sahip bir ülkenin, toparlanabilmesi, hem kolaydır; hem de zordur. Kolaydır; çünkü güçlü, derinlikli ve köklü bir kolektif hafızaya sahiptir; bu hafızayı harekete geçirerek yenileyebilmesi, her ân mümkündür. Zordur; çünkü Türkiye gibi tarihin yapılmasında kilit rol oynamış bir medeniyetin çocuklarının yeniden tarihe müdahale edebilecek bir güce, konuma ulaşmalarının, mevcut küresel ve bölgesel dengelerin alt üst olmasına yol açacağı apaşikar ortadadır. O yüzden, küresel aktörler, Türkiye'nin yeni bir medeniyet iddiasıyla tarih sahnesine çıkmasına izin vermemek ve böylesi bir şeyi önlemek için ellerinden geleni yapıyorlar ve bizi laiklik masalıyla oyalıyor, uyuşturuyor ve durduruyorlar. Bu da, onlar açısından son derece doğal. Ama bizim açımızdan aslâ doğal değil; çünkü son derece anormal durumlar doğuruyor, sürekli anormalliklerle boğuşturuyor bizi; rahat nefes alabilecek bir düzlüğe çıkabilmemizi önlüyor. Türkiye'nin düzlüğe çıkabilmesinin tek yolu var: İslâm'a karşı konulan ambargonun kaldırılması. Siyasî, kültürel, toplumsal ve entelektüel hayattan İslâm'ın uzaklaştırılmasının, Türkiye'nin tarihten uzaklaştırılması ve zamanla kişiliksizleşrek tarihten silinmesi anlamına geldiğinin artık fark edilmesi. Batılıların yapmak istediği şey bu. Böyle bir şeyi bir ülke kendi kendine niçin yapar, anlayabilmek çok zor gerçekten! Dün, tarihin yapılmasında kilit rol oynayabilmemizi, İslâm'a borçluyuz. Tarihin yapılmasında yeniden kilit rol oynayabilmemizin yolu, Türkiye'nin İslâm'ı bir medeniyet iddiasına ve rüyasına dönüştürecek bir güç olarak hayata ve harekete geçirmesinden geçiyor. Vakit geçiyor; etrafımızdaki çember de, hareket alanımız da daralıyor. Daralan çemberi yarabilmenin, hareket alanımızı genişletebilmenin iki yolu var: Birincisi, bizi oraya buraya savuran, büyük uçurumların eşiğine fırlatan esaslı bir medeniyet buhranı yaşadığımız gerçeğini kavramak. İkincisi de bu buhranın nasıl aşılabileceği meselesi üzerinde kafa yormak. Cemil Meriç, "şuur, uçurumların önünde uyanır. Düşünce, buhranların çocuğu," der. İbn Haldun, İslâm medeniyetinin birinci büyük buhranını yaşadığı bir zaman diliminde çıkmış ve bu tür çaplı buhranların nasıl aşılabileceğine ilişkin önümüze, Cemil Meriç üstadımızın deyişiyle, "bakışları sisleri delen" özgün bir tarih felsefesi ve imajinatif bir medeniyet tasavvuru koymuştu. Bu hafta sonu, İSAM (İslâm Araştırmaları Merkezi), genç, mütevazi ama "yeni düşünür tipi"nin parlak örneklerinden Recep Şentürk'ün girişimiyle vefatının 600. yıldönümü dolayısıyla güzel bir uluslararası İbn Haldun Sempozyumu düzenledi. Artık bizim de, bakışları sisleri delen, tarihin akışına müdahale edebilecek İbn Haldun gibi büyük öncüler yetiştirmenin ve sis perdelerini aralayabilecek kalıcı ve büyük işlere imza atmanın yollarını araştırmamız gerekiyor. Cuma günkü yazıda, buhran zamanlarının, şuurun ve düşüncenin nasıl daha imajinatif şekillerde üretilmesine zemin hazırladığını gösteren mütevazi ve örnek çalışmalara imza atan İSAM'ı ve İbn Haldun sempozyumunu anlatacağım.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |