YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

MGK, İslâm ve Türkiye

Dikkatli bir gözlemcinin, dindar kesimlerde derinleşen bir kaygıyı görmemesi mümkün değil. Kaygı, "Acaba İslâm'sız bir Türkiye'ye doğru mu sürükleniyoruz?" şeklinde tek cümlelik bir soru ile özetlenebilir. 28 Şubat 1997'den beri sürdürülen "irtica ile mücadele" operasyonu çerçevesinde, her gün bir dini alana gelen kısıtlama, böyle bir halet-i ruhiyeyi oluşturuyor.

Ben, halkla temaslarımda, ısrarla, "Türkiye'nin İslâm'sız olamayacağını", çünkü stratejik değerlendirmede insan unsuru olarak Müslüman bir toplumun Türkiye'nin olmazsa olmaz güvenlik zarureti olarak kabul edildiğini ifade ediyorum. Cumhuriyet kurucularının dahi, "İslâm'sız bir Türkiye" öngörmediklerini, zaten bunun aşyanın tabiatına aykırı olduğunu, böyle bir şeye teşebbüs etmek için, Türkiye'nin bin yıllık tarihini tersine çevirmek gerektiğini, Çanakkale'den Malazgirt'e kadar Anadolu'nun Müslümanlığını koruyan ve vatan olarak varlığını devam ettiren tüm tarihi karar anlarının silinmesi gerektiğini söylüyorum.

Bir benim sözlerime, bir de Türkiye'de yaşananlara bakan dindar insanların, kafalarının karıştığını görüyorum.

Birkaç gündür, medya kuruluşları, "MGK'nın irtica ile mücadele andını bir kere daha yenilediğinden, yeni mücadele alanları açtığından" söz ediyor. Dindar insanların zihninde, bir kere daha "İslâm'sız bir Türkiye mi?" sorularının oluştuğunu görür gibi oluyorum.

Oysa gene öyle değil.

Evet, MGK'nın taa Nisan toplantısında kararlaştırılıp da, medya çıkarması bugünlere sarkan stratejik değerlendirmesinde, YÖK, Milli Eğitim uygulamalarıyla bilinen irtica ile mücadele yöntemleri var. Ama başka şeyler de var. Meselâ, bu belgede;

-Laikliği savunmak her şeyden önce İslâm dininin yüceliğini koruma....... mücadelesidir.

-Anayasa'nın 24'üncü maddesi gereği ilköğretimden itibaren verilen din eğitiminin yeterli seviyeye getirilmesi yönünden müfredat yeniden düzenlenmeli....

-Orta ve uzun vadede vaiz kadro eksikliklerinin giderilmesine öncelik verilmelidir.

-TRT'den yapılan dînî yayınlar sunuş ilkelerine uygun, yoğun izlenebilir zamanlarda, yeterli sürelerde olmalıdır.

Bunlar, MGK'nın bir "din perspektifi" ve onun halka daha iyi ulaştırılması gibi bir "kaygı"sı bulunduğunu gösteriyor. Ama daha ötesi ne? Yani meselâ o "din perspektifi"nin İslâm'la alâkası ne? Bu noktada, halkın derin soruları var...

MGK'nın strateji belgesi öylesine yoğun bir kuşatmayı-mücadeleyi gündeme getiriyor ki, halk, bunun içinden İslâm sağ salim çıkar mı sorusunu sormaktan kendini alamıyor.

Diyanet'e bile "irtica ile mücadele" misyonu yükleyen bir belge bu. Yani anlıyorsunuz ki, böyle bir misyon olmasa, Diyanet'e ihtiyaç olmayacak. Acaba böyle bir gereklilik olmasa, din dersine de mi, hatta bizzat İslâm'ın kendisine de mi ihtiyaç olmayacak? Yani İslâm bile, bir tür İslâm anlayışının önünü kesmek için mi lâzım?

Şöyle bir ifade var bu belgede:

"Laik kesimi temsil eden medya organlarının milli mutabakatı sağlayacak yönde yayınları teşvik edilmelidir."

Yani bir "laik kesim" olgusu var... Alın size bir bölünme işareti... Kimdir bunlar? Toplumun yüzde kaçını temsil ederler? Bunların medyaları, halkın "kartel medyası" diye nitelediği kesimler midir ve onların son banka operasyonlarında sanık durumundaki kişilerle ilgisi nedir? Belgede, daha sonra "milli mutabakatı sağlama" gibi bir misyondan söz ediliyor... Önce bölünme, sonra milli mutabakat... Sahiden MGK'da böyle garip mantık ilişkilerine de yer var mıdır?

MGK'nın veya herhangi bir devlet kişi ve kuruluşunun, halkın önüne bir eylem koymadan önce onun nasıl algılanacağını hesap etmek gibi de bir sorumluluğu olmalı... Bu yüzden, MGK'nın son "irtica ile mücadele" stratejisi halk tarafından nasıl algılanacak gibi bir soru ile meşgul olması da bir zarurettir.

Bakınız, MGK'da, tam da bu tür belgelerin konuşulduğu toplantılara iştirak eden bir Başbakan Yardımcısı, (Mesut Yılmaz) bir konuşmasında, "İrtica ile mücadele süreci içinde uyguladığınız olağandışı yöntemleri AB ile ilişkiler sürecinde kullanmanız mümkün değildir" diyor. Demek ki, MGK kararları görüşülür, kabul edilirken Sayın Yılmaz içinden böyle geçiriyordu. Belki Bahçeli'nin suskunluğunda da, böyle bir iç değerlendirme saklıydı. Hatta Ecevit'in 28 Şubat'la birebir bütünleştiğini söylemek mümkün değil. Çünkü bunlar siyasetçi ve halkla direkt temasları var. Halk 28 Şubat'ı ve MGK'nın tavrını alkışlamış olsa, hiç şüphe etmemek gerekir ki bu siyasetçilerimiz de ona sahip çıkmak için birbiriyle yarışırlar.

Ama öyle değil. Halk yaralı.. Halk dertli. Halk "İslâm'sız bir Türkiye'ye mi gidiyoruz?" şeklinde bir uç soru ile boğuşuyor.

Şunu belirtmeliyim ki, "İslâm'sız bir Türkiye olmaz" yargısının bir ayağında, "devlet-toplum ilişkileri ancak toplumun İslâm'la ilişkisine gösterilen saygı ve İslâm'ın topluma kazandırdığı müsbet erdemlerle sıhhatli yürüyebilir" değerlendirmesi vardır. Bu ilişkinin sıhhatli yürümesini engelleyen her davranış, Türkiye için zaaf kapısı açar. 28 Şubat'tan bu yana, bu ilişkide ciddi sarsılmalar gözlenmektedir.

Bizden söylemesi...


3 KASIM 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Ahmet Taşgetiren

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...