T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ön almak ya da 'tarihi kaçırmak'…

11 Eylül'ün dünyayı nasıl değiştirdiği, nasıl bir 'yeni dünya oluşumu'na yol verdiği, dünya değiştikten, 'yeni dünya' yerli yerine oturduktan sonra, geriye bakarak yazılacak. Yaşanmamış tarih yazılamaz. Ancak, önümüzde uzanan 'gelecek'in nasıl yazılacağının bazı ipuçları şimdiden mevcut.

Dünya, eski dünya kalmayacağı gibi Amerika da, eski Amerika olarak kalmayacak. 11 Eylül, bir anda, Amerika'nın onlarca yıl boyunca trilyonlarca dolarla oluştuğu 'güvenlik doktrinleri'ni yerlebir etti. New York'un 'İkiz Kuleleri'yle birlikte onlar da çöktü. Amerika'nın kendisine bakışı ve dolayısıyla, dünyaya bakışı da; 11 Eylül öncesi gibi olmayacak.

Amerika'nın geleneksel akımı 'izolasyonizm', 11 Eylül'le birlikte tarihe karıştı. İki büyük okyanusla -Atlantik ve Pasifik- dünyanın geri kalanından ayrılan ve büyük bir 'güvenlik güvencesi'nde yaşamanın rehavetinde olan Amerika'nın dünyaya sırtını dönmesi eğilimi olan 'izolasyonizm'inin her dönem belirli bir etkisi olmuştur. Hatta George W.Bush'un Cumhuriyetçi yönetimi de belli ölçülerde 'izolasyonist' izler taşıyordu.

'Terör'ün 'küresel karakteri' ve gelip Amerika'yı ta kalbinden vurması; bir yandan 'Amerikan izolasyonizmi'ni ebediyen gömerken, diğer yandan da zaten küresel ölçekte bir dev olan Amerika Birleşik Devletleri'ni 'küresel sahne'ye artık oradan ayrılıp, okyanusların sağladığı güvencenin arkasına saklanamayacağı bir sürekli 'aktif güç' halinde yerleştirdi.

Ancak, Amerika bu 'küresel aktivite'yi nasıl sağlayacak?

'İzolasyonizm'le birlikte gömülen, Amerika'nın Soğuk Savaş sonrasında edindiği 'unilateralizm' oldu. 'Unilateralizm' yani Amerika'nın kendi başına buyruk biçimde dünyaya nizamat verme eğilimi, kendi görüşlerini dikte etme keyfiliği artık mümkün olmayacak.

Bu anlamda, 11 Eylül, Amerika'nın 'gücünün sınırlandırılması' tarihi olarak da kayda geçecek. Amerika, kendisini 'en güçlü' hissettiği vakit, 'gücünün sınırlanmış' olduğu olgusuna göre davranmaya mecbur bulunduğunu kavrıyor.

Afganistan'daki hedefleri üzerinde yoğunlaştırdığı son 'askeri operasyon' ve onun 'siyasi amaçları' ve hatta Afganistan dışına taşma ihtimali bulunan 'süreç', böyle olmasını zorunlu kılıyor.

Yani, Amerika Avrupasız hareket edemez. Yani, Amerika Rusya ile işbirliğine muhtaç. Yani, Amerika'nın Müslüman ülkelerle işbirliği gerekiyor. Yani, Amerika, NATO'ya her zamankinden daha fazla anlam kazandırmak zorunda. Yani, 'tek süperdevlet' Amerika'nın 'dünya liderliği', bundan böyle çeşitli düzeylerde ve konjonktüre göre değişen 'ittifaklar'la yürütülmek zorunda.

Uluslararası sistem, tepesinde Amerika'nın bulunacağı bir 'ittifaklar sistemi' tarzında bir 'mimari'ye sahip olacak.

Yazılmamış tarihin, nasıl yazılacağının şimdiden belli, en önemli ipucu işte bu.

Bunu sezen ülkeler, gelecekte ön alacaklar. Tarihte 'yönlendirici' rol oynayacaklar. Bunu sezemeyen ülkeler, tarihte 'yönlendirilenler' arasına yerlerini alacaklar. Gelişmelere yön veremeyenler; gelişmelerin aldığı yöne tabi olurlar. Onlara yön verilir.

İngiltere ve Rusya, birinci kategoride yer kapıyorlar. AB, zaten orada. Türkiye'nin en büyük şansı, NATO üyesi ve AB aday üyesi olmasında ama ne yazık ki ikinci kategoride gözüküyor.

Çünkü tarihte 'yönlendirici ülkeler' kategorisinde yer sahibi olabilmek için, tarihin 'katharsis' anlarında siyaset ve tavır sahibi olmak gerekir. Türkiye, bu fırsatı 11 Eylül'de ve sonrasında kaçırdı.

Kaçırmasının sebebi, 'ekonomik kriz' içinde bulunması değildi. 'Yönetim boşluğu' yaşaması ve 'titrek hükümeti' ile en kararlı olunması ve atak davranılması gereken bir 'zaman dilimi'nde bunu yapmaktan aciz halde, bir 'siyasi kriz' içinde bulunmasından ötürüydü.

Alın son 'başağrısı'nı: Amerikan ve İngilizlerin yanında Türkiye'nin de 'operasyon'a 'özel kuvvetler'le katılması konusu…

Hükümet kıvranıyor. Oysa, bir parçası olduğu NATO'nun 5. maddesi gereği böyle bir adımı atması gerekiyor. 'Geleceği yakalamak', zaten kimse kendisinden böyle bir talepte bulunmadan dahi, kendisinin bu öneriyi günler öncesinden yapmasıydı. Onu yapamadı. Şimdi, kapısına gelen bu talebe ne cevap vereceğinin sıkıntısında.

Anayasa'nın 92. Maddesi gereği, konuyu TBMM'ye getirmek zorunda. Oysa, muhalefet partileri, 'tarihi kaçırmak' bakımından hükümetten fersah fersah öndeler. Fazilet Partisi'nin yavrulayan partilere bakıldığında, Türkiye'nin NATO üyesi olduğundan dahi kuşku duyabilirsiniz. Onların tarif ettiği dünyada, Türkiye'nin Pakistan kadar bile yer sahibi olabilmesi şüpheli. 11 Eylül 2001 sonrasının dünyasında, 'titrek hükümet'in alternatifi olarak böyle bir 'Türkiye iktidarı' mümkün olabilir mi?

Televizyon kameraları önünde veya parti grup salonlarında kükreyen sesler, aslında dünyanın nasıl oluşmakta olduğuna ilişkin birer 'idraksizlik salvoları'ndan ya da Türkiye'nin geleceğine talip olmadıklarının ilanından başka bir şey değil.

Herşeye rağmen, ortadaki manzarada bambaşka bir ipucunu görebiliyoruz: Türkiye'nin geleceğinin sahipleri, TBMM çatısı altına yansıyan hükümet ve muhalefetten başka bir yerden çıkacak. Çünkü, Türkiye'nin hükümeti de, muhalefeti de 11 Eylül 2001'in gerisinde kaldılar.

Oysa, 11 Eylül 2001'den bu yana bir ay geçti...


10 Ekim 2001
Çarşamba
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED