T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Yalanı haberleştirme sorumluluğu...

"Savaşı ilk bizim muhabirimiz dünyaya duyurdu" diye reklâm yapmıyorlar mı, tüylerim diken diken oluyor. "Savaş" dedikleri, Amerikan gemilerinden havalanan B-52 ağır bombardıman uçaklarının Afgan kentleri üzerine bomba bırakması... Bomba düştüğü sırada canlı yayına katılan muhabir ne yapacak, elbette "Bombalar düşmeye başladı" diyecek... Bunda, "İlk biz bildirdik" diye övünecek ne var Allah aşkına?

Pakistan'ın İslamabad kenti ve Afganistan'ın Tâlibân yönetimi altına düşmemiş bölgelerinde çok sayıda gazeteci var. Medya çeşitlendiğinden beri 'savaş muhabiri' diye anılan gazetecilerin sayısında da korkunç bir artış oldu. Vietnam Savaşı'nda, çatışmaların en kızgın olduğu dönemlerde, muhabir sayısının 500'e kadar çıktığı görülürdü; en son Kosova'daki savaş ve Belgrad'a saldırı sırasında, NATO birliklerini izleyen muhabirler sayıca bir rekor kırdılar: 2700...

Savaşı en ileri teknoloji ürünü araç-gereçlerle donatılmış çok sayıda muhabirin izlemesi kamuoyunun sağlıklı bilgiler edinmesi anlamına gelmiyor. Casusluk ve savaş tarihi konularında uzmanlaşmış İngiliz gazeteci Phillip Knightley, eklerle yeniden yayımladığı 'The first casualty: The war correspondent as hero and myth-maker from the Crimea to Kosova' (İlk vukuat: Kırım'dan Kosova'ya kadar, kahraman ve efsane-yapıcı olarak savaş muhabiri) kitabında, savaşların, savaşanlar (özellikle güçlüler) tarafından nasıl manipüle edildiğine canlı tanıklıklar sunuyor.

Cezayir Savaşı'nı da yazan savaş tarihçisi Alistair Horne, "Kosova, belleklerimizdeki en gizli-kapaklı savaş haline dönüştü" demiş sözgelimi. Sky televizyonundan Jake Lynch, "Elimize bol bol malzeme tutuşturdular, ama hiç bilgi vermediler" tespitini iletmiş. Peter Dunn sebebi şöyle açıklamış: "Kosova, basın sözcüleri tarafından yürütülen ilk uluslararası ihtilâftı..."

Aslında bunda şaşılacak bir durum da yok. Daha Birinci Dünya Savaşı sırasında, Gen. Sir Ian Hamilton, askerlerin savaş muhabirleriyle ilgili düşüncelerini veciz bir biçimde ifade etmişti: "İyi yönetilen bir ülkenin savaş muhabirine ihtiyacı yoktur. Savaş muhabiri dediğin, halka, savaşın nasıl kazanılacağı konusunda fikirlerini iletir. Eğer savaşı kazanmak için gerçeği söylemek gerekirse gerçeği aktarır; eğer savaş yalanla kazanılacaksa, onun görevi yalan söylemektir."

Asker kafalı politikacılar da açık sözlü. Hamilton'un görev aldığı savaş sırasında başbakanlık koltuğunda oturan David Lloyd George, Guardian gazetesi yayın yönetmeni C. P. Scott'a, samimi bir görüşme sırasında savaşlarla ilgili 'acı gerçeği' açıklayıvermişti: "Eğer halk (gerçekleri) bilseydi, savaş yarın dururdu. Tabii, bilmiyorlar, bilemeyecekler de..."

Gerçekler yerine sunulanın ne olduğunu tahmin herhalde güç değil: Yalanlar... Kore Savaşı'nı (1952) izleyen UPI muhabiri Robert C. Miller, kendi başından geçenleri lâfı eğip bükmeden şöyle anlatıyor: "Kore'den ulaşan, gazete yönetimlerinin basmakta tereddüt etmedikleri bazı bilgi ve haberler bütünüyle uydurmaydı... O haberleri gönderen bizler de onların yanlışlığını biliyorduk, ancak askerî karargâhta yetkili ağızların yaptığı resmî açıklama oldukları için yazmak zorundaydık; o açıklamaları yapanlar da gerçek olmadığını biliyor, ama yayınlanmasını bekliyorlardı."

Afganistan üzerine yağdırılan bombalar yüzünden hiçbir sivilin burnunun kanamadığını iddia ediyor ABD yetkilileri; bizimkiler de dahil dünya medyası, Tâlibân kaynaklı "20'den fazla sivil hayatını kaybetti" haberini inanmaz ifadelerle nakletmekle yetiniyorlar. ABD uçaklarının yağdırdığı bombalar öyle 'akıllı' imişler ki, isteseler bile sivil hedefleri vuramazlarmış... Sonuçta, Amerikalılar ne diyorlarsa o doğru kabul edilir ya... Oysa, ABD'nin geçmiş savaşlardaki bilgi kirliliği sâbıkası, savaşan taraflardan güçlü olanın söylediklerini bu defa da kuşkuyla karşılamayı zorunlu kılıyor.

İşte bir örnek: 20 Aralık 1989 günü ABD 24 bin askerle Panama'yı işgal etti. Noriega'yı adalete teslim etmek için yapılan bir operasyondu bu. Unutmayalım, Noriega da, tıpkı Bin Laden ve Tâlibân gibi, vaktiyle CIA'nin itibar ettiği bir kişiydi, ama gözden düşmüştü. Gazeteciler Panama'ya da koştular, ama "Sizler için bir düzenleme yapılmadı" denildiği için yüzgeri oldular. Panama işgali, bir çok kitapta, "Kansız askerî müdahale örneği" olarak gösteriliyor. Oysa, Latin Amerika'da İspanyolca yayımlanan gazeteler, "En az ikibin ölü, 70 bin de yaralı vardı" iddiasındalar.

Bir başka örnek daha: 13 Şubat 1991 tarihinde, Amerikan uçakları, Bağdat'ın Emiriyye mahallesindeki bir sığınağa bomba yağdırdı. Amerika, oranın sığınak değil Cumhuriyet Muhafızları'na ait askerî bir birim olduğunu iddia etti ve medyayı da bu yolda yönlendirdi. Peter Arnett (CNN), John Simpson (BBC) ve Brent Sadler (ITN) dışındaki gazeteciler de söyleneni aktardılar. Bu üçü ayıplanmayı bile göze alarak kuşkularını ifadeden çekinmedi. Emiriyye'nin orta halli Bağdatlılar'ın oturduğu bir mahalle, bombalanan yerin de gerçekten bir sığınak olduğu sonunda anlaşıldı. Sığınakta çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 1600 sivilin hayatını kaybettiği de...

Açılmış savaşı ilk bizim muhabirler dünyaya duyuruyor da, resmî yalanları bakalım ilk kimden öğreneceğiz?


10 Ekim 2001
Çarşamba
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED