T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Amerika için sonun başlangıcı

Avrupalı insanın tahayyül ve tasavvur dünyasında hep bir "vahşi adam" efsanesi varolagelmiştir. Avrupalı insan, özellikle Rönesans'tan itibaren hep bu "vahşi insan" figürünü keşfetme kaygısı içinde olmuştur. Bunu dönemin edebiyat ürünlerinde yoğun olarak görebiliyoruz. Montaigne'den Cervantes'e, Shakespeare'den Rousseau'ya kadar bütün Avrupalı büyük yazarlarda, hep bu "vahşi adam" efsanesini, "vahşi adam"ın özelliklerini keşfetme çabasının varlığına tanık oluruz. Mesela Avrupa edebiyatında Cardenio ve Caliban karakterleri yamyam olarak resmedilen "vahşi adam" figürleridir.

"Vahşi adam" arayışı, keşifler çağı, kolonyalizm ve köle ticaretiyle birlikte doruk noktasına çıkacaktır. Avrupalılar önceden hayali olarak tasavvur ettikleri "vahşi adam"ı Afrika, Asya ve Latin Amerika'da bulduklarına inanmışlardır.

Avrupalılar'ın "vahşi adam" arayışı, ortak bir Avrupa kimliğinin icadında ve inşasında kilit rol oynamıştır. Avrupa'nın dışında yaşayan insanları "vahşi" veya "barbar" olarak görmekle Avrupalı insan kendisine "uygar" bir kimlik icat etmiştir.

Bugün sadece Avrupalılar'ın değil, bütün Batılılar'ın kendilerini "efendi", diğer toplumları da "köle" olarak görme hastalığından kurtulamadıkları anlaşılıyor. Gerek Batılı siyasetçiler, gerekse Batı medyası, Batı'yı "uygar", Batı-dışındaki toplumları ve kültürleri de hâlâ "barbar" olarak görme absürdlüğünü sürdürüyor. Ne zaman büyük ölçekli bir kriz veya sorun zuhur etse, Batılı siyasetçiler ve Batı medyası, hemen bir "iyiler ve kötüler" veya "biz ve onlar" ayırımı yapma ve düşman icat etme yoluna başvuruyor.

Burada tüm insanlığı ilgilendiren hayati bir sorun var: Bu durum, hep hayali düşmanlar icat ederek varlığını sürdüren bir kültürün veya uygarlığın çocuklarının başkalarına karşı sürekli olarak korku ve kuşku ile baktıklarını; dolayısıyla ontolojik bir güvensizlik duygusu yaşadıklarını gösteriyor. Başkalarına karşı korku ve kuşkuyla yaklaşmak, kaçınılmaz olarak Batılılar'ın başkalarıyla kurdukları ilişkileri şiddet ekseni üzerine kurmalarına yol açıyor. Batılılar'ın önce doğaya hakim olmaları ve doğayı tahrip etmeleri; ardından da sömürgecilik tecrübesi yoluyla başka toplumları ve kültürleri kontrol altına almayı ve yağmalamayı meşrulaştırmaları, işte bu başkalarına karşı korku ve kuşku ile yaklaşma psikozunun ürünüdür.

Bu psikozun insanlığı getirdiği (ve götürebileceği) nokta üzerinde mutlaka kafa yorulması gerekiyor: Batılılar, hayatın merkezinde sürekli olarak kendilerinin olmasını ve her şeye sadece ve sadece kendilerinin çeki düzen vermelerini istiyorlar. Bu, insanlık tarihinde daha önce görülmemiş yeni ve ürkütücü bir durum. İnsanlık tarihinde daha önceleri farklı uygarlıklar ve kültürler -zaman zaman birbirleriyle kavga ederek de olsa- bir arada varolmayı, aynı dünyada kendileri kalarak yaşamayı başarmışlardı.

Bugün geldiğimiz noktada, böyle bir şey handiyse imkansızlaşmış gibi: Amerikalılar, başka kültürlere ve uygarlıklara kendileri olarak varolma ve dünyaya katkıda bulunma imkanı bile tanımıyorlar. Kendisi olarak varolmak isteyen, dünyaya, insanlığa kendi paradigmalarıyla ve kavramlarıyla katkıda bulunmak isteyen her şeyi, her oluşumu, her kültür ve medeniyet kıpırdanmasını kendi hegemonyaları önünde "tehdit" olarak görüyor ve bu "tehdit"i bertaraf etmek için ellerinden gelen her şeyi yapmayı meşru kabul ediyor veya meşrulaştırmaya çalışıyorlar.

Daha da ürkütücü olan nokta şu: Amerikalılar, kendi çıkarlarına ters düştüğünü düşündükleri ülkeleri, hatta bu ülkelerdeki kimi oluşumları kara listeye almayı; bu ülkelerin siyasi yapılarıyla, çıkarları neyi gerektiriyorsa öylece oynamayı, değiştirmeyi son derece doğal bir şeymiş gibi görüyorlar.

Eğer özelde Amerikalılar, genelde Batılılar, başka kültürlerin ve uygarlıkların da en az Batı kültürü ve uygarlığı kadar varolma, kendisi olarak kalma, tarihe ve zamana aktif olarak müdahale etme hakları olduğunu kabul etmeye yanaşmazlar da, tam tersi bir yöntem izleyerek, her medeniyet kıpırdanmasını tehdit olarak algılamaya devam ederlerse, bilin ki, bu, birincisi, Batılılar'ın uzun vadede dünyayı sonu nereye varacağı belli olmayan çatışmaların ve savaşların eşiğine sürükleyecekleri; ikincisi de, Batılılar'ın insanlığa barış, adalet ve esenlik vadedemeyeceği ve dolayısıyla Batılılar açısından tarihin sona ereceği anlamına gelecektir.

Dünya sisteminin baş aktörü Amerika, vahşi intikam dürtüsüyle hareket ederek dünyanın en yoksul ülkesi Afganistan'ı bombalamaya başladı.

Afganistan'ın bombalanmasının zamanlamasına dikkat ettiniz mi? ABD, Afganistan'ı Christoph Columbus'un Amerika'yı keşfinin yıldönümü gününde bombalamaya başladı.

ABD Başkanı Bush, ABD'nin Afganistan'ı neden bugünde bombaladıklarını "atalarımızın izinden gidiyoruz" diye açıkladı.

Ne demek bu? Bunun iki hayati "anlam"ı var: Columbus'un Amerika'yı keşfi, birincisi, Amerika kıtasındaki 6 bin küsur yıllık Maya, Aztek ve İnka uygarlıklarının tarihten silinmesinin; ikincisi de, Endülüs İslam medeniyetinin çökertilmesinin başlangıç tarihidir.

Amerika, "atalarının izinden gittiği" sürece, başka kültürlere ve uygarlıklara hayat hakkı tanımayacağını ve İslam'ın bir medeniyet sıçraması yaparak yeniden tarih sahnesine çıkmasını önleyecek, sonsuz adaletsizlik ve kölelik üretecek uzun vadeli küresel bir savaşa soyunduğunu düşünüyorsa, bilinsin ki, bu, başkalarına kendileri olarak yaşama hakkı tanımayan bir uygarlığın, kendi sonunu kendi elleriyle hazırlamaya soyunmasının bir göstergesidir.


10 Ekim 2001
Çarşamba
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED