AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Savaşla ilgili soru sormak

Sorular, alınmak istenen cevapların anahtarlarıdır. Perspektifleri vardır, politikaları vardır, üretmek istediği amaçları vardır.

Irak savaşında Türkiye'ye sorular daha çok Amerika hesabına soruluyor.

-Niye stratejik müttefikiniz olan Amerika'nın yanında yer almadınız?

-Şimdi savaş uzar, Amerikalılar'ın kayıpları artar ve Amerika'da Türkiye'ye yönelik tepkiler oluşursa ne yapacaksınız?

-Ekonomik bakımdan zordasınız, bir de Amerika ile ilişkileriniz bozuldu, işin içinden nasıl çıkacaksınız?

-Amerika Türkiye'ye kızdığı için Kuzey Irak'ta Kürtler'i kollarsa Türkiye güvenliğini nasıl koruyacak?

Bütün bu soruların içinde, Türkiye'yi Amerika'nın politikalarına uyum göstermeye zorlama hesabı var. Türkiye'de bir kesim iktidarı sürekli bu sorularla sıkıştırıyor. İktidar da peşin peşin Amerika'nın günahlarını sayamadığı için çoğu savunma eksenli cevaplar üretmeye çalışıyor. Sonuç itibariyle bu soruların iktidar üzerinde, Amerika'nın pazarlık gücünü artıran bir baskı oluşturduğunu kabul etmek lazım.

Oysa iktidara şöyle sorular da sorulabilir:

-Neden daha peşin peşin üslerin ve limanların modernizasyonuna ilişkin tezkereyi geçirdiniz? Neden Amerika'ya ümit verdiniz?

-Neden Irak'ta bunca ağır bombardımana imkan veren hava koridorunu açtınız?

-Amerika ile stratejik işbirliği hep Amerika'nın çıkarlarına mı hizmet edecek?

-Amerika'nın savaş için hiçbir meşruiyyeti yokken neden pazarlıklar yürüttünüz?

-Taa Trakya'dan Güneydoğu Anadolu'ya kadar tüm Türkiye'nin Amerika'nın ikmal deposu haline gelmesine neden müsaade ettiniz?

-Amerika'nın Irak politikasından emin misiniz? Irak yapılanması ve daha ötesi, bölgeye ne getirecek? Bundan Türkiye ve bölge ne kazanacak ne kaybedecek, bu hesaplandı mı?

-Amerikan medyasının Türkiye'yi aşağılayan değerlendirmeleri karşısında sizin de ayranınız kabarmıyor mu?

-Amerika'nın Türkiye'yi bir mütttefikten ziyade kapıkulu gibi görme-gösterme girişimleri sizi de rahatsız etmiyor mu?

-Halkta Amerika'nın Irak operasyonuna karşı derin bir öfke var. İktidar olarak politikalarınız bu öfkeye uyum arzediyor mu? Halkın kaygılarını paylaşıyor musunuz?

Daha böyle pekçok soru.

Bu soruları genelde medya sormuyor.

Ancak halk, seçtiği insanları yakaladığında onları çok net biçimde soru yağmuruna tutuyor. Onun için politikacılar genelde medya karşısında başka, halk karşısında bambaşka olmak zorunda kalıyorlar. Şu kesin ki, iktidar kadrolarına, yukardaki sorular yoğun biçimde sorulsa, iktidar kadroları, ister istemez kendi konumlarını bu sorular karşısında savunulabilecek çerçevede düzenlemeye çalışacaklar.

Benzeri soruları Amerika'ya da sormak mümkün. En başta "Neden İsrail değil de Irak?" sorusunu sorabilirsiniz mesela. "Şaron Saddam'dan daha mı sempatik?" sorusunu sorabilirsiniz? "Sırada hangi küçük ülke var vurmak için? Gözünüze kimi kestirdiniz" diye sorabilirsiniz? "Türkiye'yi emir eriniz mi zannediyorsunuz?" sorusunu sorabilirsiniz?

Bakın bu ara, AB'nin genişlemeden sorumlu komiseri Verheugen'e, "Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesine karşıyız" dediğinde "Peki AB üyesi İngiltere Irak'ta, ona ne diyeceksiniz" şeklinde bir soru soruldu, Verheugen apışıp kaldı ve "Burada susma hakkımı kullanacağım" cevabı(!)nı verdi. Sorunun misyonu bu. Ve bu ortamlarda gazetecilik böyle bir misyon üstleniyor. Kimisi Amerika adına soru soruyor, yorum değerlendirme yapıyor, kimi de Türkiye adına...

Bu açıdan baktığımızda, bazı eski politikacıların, mesela 9. Cumhurbaşkanı Demirel'in duruşu dikkat çekiyor. Biz medyaya yansıyan Demirel'i Amerika adına Türkiye'yi sıkıştıran bir insan rolünde görüyoruz. Değerlendirmeler sürüyor sürüyor, sonunda "Türkiye iyi yapmadı" da toplanıyor. İşte dün Yavuz Donat'a söyledikleri:

"Ya ABD'ye ümit vermeyecektin, ya da tezkereyi geçirecektin. 363'e rağmen güçsüzlük ifade eden bir olay, Türkiye'nin itibarını zedeledi. Orada, Türkiye aleyhindeki lobilere fırsat verildi. .. Türkiye'ye güven zedelendi... Burada da ABD husumeti doğar... Anti Amerikan hava... Yani iyi olmadı." (Sabah, 30 Mart 2003)

Bunların tümü Türkiye'yi sıkıştırmaya yönelik ifadeler.

Oysa aynı Demirel, Türk-Amerikan ilişkilerinde bunca girift hadiseyi yaşamış ve hemen hepsinde de Amerika'nın yamukluğunu görmüş bir insan olarak Amerika'ya, her şeyden önce Irak operasyonu ve ötesi için "Cinayet işliyorsunuz!" diye seslenebilirdi. "Bu, züccaciye dükkanına fillerle girmektir, bunun içinden çıkamazsınız. Evet güçlüsünüz ama kendinizi dev aynasında görmeyin. Savaşın haklılığını ispatlayabilmiş değilsiniz. Bütün insani iddialarınıza rağmen sömürgeci-emperyalist bir ülke olarak görünüyorsunuz. Dünya Amerika'ya karşı. Bunu önemseyin. Başlatılan süreç Amerika'nın başına da bela açar." Bunları bu coğrafyanın gerçeklerini iyi bilen bir insan olarak çok rahatça söyleyebilirdi. Bu, bir "siyaset bilgesi" olabilmenin gereğiydi.

Daha sonra Türkiye konusunda uyarabilirdi Amerika'yı. Madem bu kadar konuşmayı, tefrika tefrika yazmayı gerekli gördü, o zaman "Türkiye'yi komşu bir ülkeye karşı savaşa zorlamayın" diyebilirdi. "Türkiye bunu taşıyamaz. İttifak deyip bir ülkeyi savaşa sürükleyemezsiniz" diyebilirdi. Hem "Kuzey Irak bizim hassas alanımız. Burası ile oynamak, müttefikliğe de stratejik işbirliğine de yakışmaz" diyebilirdi. Türkiye'nin pazarlık masasında dile getirdiği tüm kaygıları, devletin dışında ama Türkiye'nin davaları konusunda duyarlı bir devlet adamı kimliğiyle açık, net seslendirebilirdi. Halkın hassasiyetine sahip çıkabilirdi. Demirel'in yazı ve sözlerinde bunlar ya hiç yok, ya da çok zayıf çizgiler halinde var. Demirel tezkere Meclis'ten geçmediği için iktidarı istifaya çağırıyor. Halkın duyarlılığını ya görmezden geliyor ya da zımnen buna itibar edilmemesi gerektiğini söylüyor. Bu bile ancak Washington'un beklentisinin seslendirilmesi olabilir.

Buna karşılık Baykal'ın ve CHP'nin duruşu, halktaki hassasiyeti iktidarın önüne taşıyor ve bir şekilde denetleme görevi yapıyor. Bunlar gerekli.

Şu kesin ki sürekli Amerika adına sıkıştırılan bir iktidar, kendi değerlendirmeleri farklı bile olsa, en azından kuşatılmışlık duygusu içine itilir ve Amerikan yanlısı politikalar geliştirmek zorunda kalır. O yüzden başından beri ısrarla Amerika'nın "psikolojik savaş"ı öncelikle Türkiye'ye karşı yürüttüğünü yazıp duruyorum. Havuçlar ve sopalar gösteriliyor ABD markalı. Bunun taşıyıcıları ne yazık ki içimizden çıkıyor. Bunu bilinçli yapana diyeceğim bir şey yok, onlar süper gücün dümen suyunda "misyon" arıyor, ama farkında olmadan yapanlar için bunca şeyi yazmak zorunda kaldım, diyebilirim.


31 Mart 2003
Pazartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED