AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Öncü kuşağın medeniyet tasavvuru yolculuğu

Dünya, esaslı bir bunalım sürecinden geçiyor. Tüm dünyanın dengesini sarsan bu küresel ölçekli bunalımın en temel nedenlerinden biri Osmanlı'nın, dolayısıyla İslâm medeniyetinin tarih sahnesinden çekilmesi ve oluşan vakumun / boşluğun henüz Müslümanlar tarafından dolduramamasıdır.

Batı uygarlığının modernlikle birlikte gerçekleştirdiği seküler / pagan meydan okuma, Batılıların yeryüzündeki mevcut medeniyetleri ya yok etmeleriyle ya da fosilleştiren bir saldırı üretmeleriyle ve Batılı seküler / pagan kodlara ve kurumlara dayalı küresel bir hegemonya kurmalarıyla sonuçlandı. Batı uygarlığının geliştirdiği bu seküler meydan okuma karşısında Amerika, Afrika ve Asya kıtasındaki medeniyetler ve kültürler direnme ve varolma kabiliyetleri ve imkânları geliştiremediler.

Sadece İslâm dünyası, Batı'dan gelen seküler / pagan meydan okumanın siyasî, ekonomik ve kültürel asimilasyon/eritme veya eliminasyon/yok etme şeklinde tezahür eden saldırılarına karşı direnme ve varolma kabiliyetleri ve dinamizmi geliştirebildi. Batı uygarlığının saldırı biçimlerinden en çok yara alan, kültür, tarih ve medeniyet bilinci handiyse sıfırlanan Türkiye'deki okumuş-yazmışlar, İslâm'ın geliştirdiği bu direniş ve varoluş kabiliyetlerini ve dinamizmini "çağdaş dünyaya uyum sağlayamama" olarak yorumlamak gibi bir aymazlık sergiliyorlar.

Oysa bu konuda araştırma yapan, kafa yoran bilim adamları, geliştirilen bu direniş ve varoluş çabasını İslâm'ın modernliğin seküler / pagan meydan okumasını püskürtme başarısı olarak okuyorlar. Örneğin Ernst Gellner bu türden önemsenmesi gereken cins araştırmacılardan biridir.

Hatta Chicago Üniversitesi profesörlerinden Richard Bulliet, The View from the Edge başlıklı kitabında İslâm dünyasının geliştirdiği bu dinamizmi, "İslâm dünyası, son 100 yıl içinde son bin (1000) yılın en büyük spiritüel ve entelektüel dönüşümünü gerçekleştirdi" (s. 4-5) diye yorumluyor.

Osmanlı'nın sonbaharı olan Meşruiyet dönemi İslâmcı "aydın"larının ortaya koydukları ilmî, fikrî ve kültürel performans, Cumhuriyet döneminde Elmalılı, Bediuzzaman, Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Nurettin Topçu, Cemil Meriç, İsmet Özel, Rasim Özdenören ve Ali Bulaç gibi öncü "aydın"ların ortaya koydukları entelektüel performansla birlikte sürmüştür.

İslâm dünyasının diğer coğrafyalarında Seyyid Kutup, Mevdûdî, Ali Şeriati gibi öncü düşünürlerle başlayan İslâmî fikrî diriliş hareketi, son dönemlerde Fazlurrahman, Hasan Hanefî, Cabirî, Arkoun gibi düşünürlerle -problemli de olsa- yeni açılımlar kazanarak devam etmiştir.

Ancak Batı uygarlığının seküler ve neo-pagan postmodern hegemonyası küre ölçeğinde esaslı bunalımlar yaratarak sürerken İslâm dünyasında 1980'li ve 1990'lı yıllardan itibaren sıçrama gösteren İslâmî entelektüel canlanma sadece Türkiye'de değil, tüm İslâm dünyası genelinde yepyeni bir derinlik ve ivme kazanmış, yeni bir düşünür tipinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır: Yeni düşünür tipi'nin geliştirdiği entellektüel hareketliliğin dingin, kuşatıcı, derinlikli, ufuk ve çığır açıcı bir İslâmî dil ve söylem vadettiği henüz farkedilememiştir.

Her şeyden önce, bu öncü kuşak, "ben-merkezli" değildir: O yüzden monolojik değil, diyalojik bir dil ve söylem geliştirme çabası içindedir: Hem çağdaşlarının / akranlarının söylediklerini, hem de son 50, 150 ve 1500 yıllık zengin düşünce birikimini aynı önyargısızlıkla ve samimiyetle yeniden-okumaya, eleştirmeye ve yeni bir ruh ve dil'le yeniden-kurmanın yollarını araştırmaya özen göstermektedir.

İkincisi, ben-merkezciliğin kırılması, İslâm'ı idrâk ve İslâmî düşünce geleneğini okuma ve yeniden-kurma çabalarının, geliştirilmeye çalışılan dil, söylem ve tavırları salt bir tarzı, ekolü, mektebi vesaire merkeze alma tuzağının oluşturduğu kısırdöngü ve tıkanmalardan kurtarma kabiliyetleri ve imkânları sunmaktadır. O yüzden son 150 yıllık İslâmî düşüncenin, yaşadığı tıkanmaları aşamamasına yol açan ve büyük ölçüde selefî ya da tasavvufî uçlarda gezinen tek-yönlü yaklaşımların zaaflarını görebilmiş çok-yönlü bir "aktör"dür bu yeni düşünür tipi. Sonuçta dâhilî temas sürecinde İslâmî düşünce geleneğinin ana-kaynaklarını oluşturan Kur'ân ve Sünnet'in açılımı olan fıkhî, kelâmî, felsefî, tasavvufî damarların sadece birine kilitlenmek yerine hepsinden aynı anda beslenmekte; hâricî temas sürecinde ise başta hâkim Batı kültürü olmak üzere bütün medeniyetlerin birikimleriyle doğrudan irtibat kurmaktadır.

Üçüncüsü, özgüven kaybının ve yenilgi psikolojisinin ürünü olan reaksiyoner ve savunmacı tavırların aynı ölçüde nesneleştirici olduğunu farkettiği için aksiyoner ve kurucu yeni bir irâde, duruş, söylem ve dil geliştirme kaygısı güderek özne konumunun yegâne özgüven verici konum olduğunu kavramıştır. O yüzden hâkim kültürün modernist veya postmodernist kavramlarını İslâm algısına giydirme açmazının yol açtığı tuzakların ve tahribatın farkındadır.

Dördüncüsü, İslâm'la doğrudan temas kurabilmek için Arapça'ya, hâkim kültürle doğrudan temas kurabilmek için de Frenkçe'ye aynı oranda vâkıftır. Yeni bir medeniyet tasavvurunun ve dilinin icat edilmesinde iki dünyayı yakından ve doğrudan tanımak için bu çok önemli bir imkândır.

Beşincisi, ben-merkezli olmadığı için yeni bir öncü kuşak yetiştirmenin ve ortak bir akıl üretmenin hayatiyetini kavramıştır.

Bu özelliklerini koruduğu ve geliştirmeyi başardığı sürece yeni düşünür tipinin ortaya koyduğu performans önümüzdeki 20-25 yıl zarfında hem daha somut bir şekilde görülmeye, hem de bu öncü kuşakların yetiştireceği geleceğin öncü kuşaklarıyla ortaklaşa olarak ortaya koyacakları çabalar, küre ölçeğinde ses getirecek güçlü bir ilim, düşünce, kültür ve sanat geleneğinin icat edilmesine ve çağımızın karşı karşıya kaldığı köklü sorunlara da cevap üretebilecek yepyeni bir medeniyet tasavvurunun geliştirilmesine giden kapıları sonuna kadar açacaktır.

O yüzden zaaflarımızı imkânlara dönüştürmek, imkânlarımızı çoğaltmak için gecesini gündüzüne katan öncü kuşağın çıktığı uzun yolculuğu dikkatle izlemek ve bu yolculuktan beklenen hasılatın tahsil edilebilmesi için elimizden gelen gayreti göstermek durumundayız.

Pagan Batı uygarlığının, insanlığa ve dünyamıza pahalıya patlayan şiddet, sömürü ve barbarlık biçimlerinden başka bir şey sunamadığı artık anlaşılmıştır. İnsanlığı, insan, doğa, kozmik dünya ve Yaratıcı arasında yeniden harmonik / âdil bir ilişki kuracak vahyin beslediği yeni bir medeniyet tasavvuru yeniden hayata ve insanlığına döndürebilir ancak.

Not: Geçen hafta boyunca çıktığım İstanbul-Çorum-Ankara hattındaki medeniyet tasavvuru yolculuğunun heyecanlı hikâyesini Çarşamba günü sizlerle paylaşacağım.


28 Nisan 2003
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED