AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
İstanbul'u kurtarmak

Onun için oy vermiş, semt sakinlerinin oy vermelerini sağlamıştı ve sonunda seçimi kazanmıştı. Aynı dünya görüşünü paylaşıyorlardı.

Sonra bir gün semt sakinleri birer ikişer kaçak kat çıkmaya başladılar; çünkü orada hep öyle olurdu. Belediye başkanı "olmaz, dedi, ben buna müsaade edemem." Ve ortaklık bozuldu. Seçim için seferber olan "ideal sahibi adam" çok kızdı. Tepkisi şöyleydi:

-Biz ona kaçak katlarımızı yıksın diye mi oy verdik?

....

Bir başka adam...

Yol kenarlarına dikilmiş ağaçlardan bile tek yaprak koparmayı doğru bulmazdı. Bu ağaçlar kamu malı idi ve sonunda tüm şehir halkı ile helalleşmek gerekiyordu.

Çocuklarıyla gittiği bir kır gezisinde, yollara sarkan can eriklerinden bir tanesini bile almaya izin vermemişti, onları "kul hakkı kalır, helalleşemezsiniz ve borçlu gidersiniz" diye uyarmıştı.

....

Sizce İstanbul'da hangi tip insan yüzde kaç miktarındadır?

Çok, çok büyük nisbet farkı vardır, birinciler lehine, ikinciler aleyhine...

Yani İstanbul'u tırtıklayıp duruyoruz. Şehir yağma alanımız.

....

Paris'in belli bir bölgesine iki asırdır tek kazma vurulmuyormuş.

Saint Petersburg neredeyse "müze şehir" statüsünde korunuyor, Londra da öyledir.

Ya İstanbul?

İstanbul'un kazma vurulmadık yeri mi var? Kazma vurulamayan yerleri yangınla vuruyoruz.

Ve sonunda deprem kapımızı çalıyor, seller kapımızı alıp götürüyor...

Çığlık çığlıyayız; kendi günahlarımızın savruluşu içindeyiz. Felaketin bedelini ödüyoruz, çocuklarımıza da çok daha kötü bir miras bırakıyoruz.

Dolaşın Esenler'i mesenleri, sokaklarda nefes almakta zorlanırsınız. Gökyüzü görünmez... Yangın olsa itfaiye yolları açıncaya kadar birkaç çocuğu kurban veriyoruz. Bedel ödüyoruz, ve ne yazık ki daha pek çok bedel ödeyeceğiz. Bir depremde kaç bin (50 bin) bina yıkılacakmış, bilmem kaç yüz bin insan can verecekmiş...

Hadi tedbir alalım...

Kim neyden feragat edecek?

Yağma edilmiş vakıf ve hazine arazilerini, hatta işgal edilmiş özel mülkleri terketmeye hazır mıyız? Yoksa "kazanılmış haram"lar gibi mi bakıyoruz elimizdekilere?

Herbirimizin birbirimize karşı kullanacağımız "haram kazançlar" gerekçesi var. Belediyenin vatandaşa, vatandaşın belediye yöneticilerine... Birisine göz yummuşsunuz, birisine rant alanı açmışsınız, birisinin hakkını bir başkasına takas etmişsiniz vs... Evininin önünü süpürerek, ya da denizden bir tek pet şişe çıkararak şehrin temizliğine sembolik anlamda katkı sağlamaya hazır herhangi birimiz var mı? Sokağa sigara izmariti atmaktan kaçınan, Şemsipaşa kıyılarında dolaşırken çekirdek kabuğu atmayan bir tek insan var mı? İçimizde şehir için küçük bir fedakarlıkta bulunma hissi taşıyor muyuz? Yoksa külliyyen şehirden bir şeyler alma arayışında mıyız? Havasını, suyunu, toprağını tüket tüketebildiğin kadar? Mimar Turgut Cansever "Şeytan bizi günah yarışına sokuyor" diyordu İstanbul'daki göklere doğru tırmanan "kaçak"çılık sürecini anlatırken...

Yağmacılık...

Bu ilkel yöneliş, yaşadığımız değer boşluğunun anaforunda kapitalizmin rant psikolojisi ile bütünleşti ve aldı götürdü insanımızı... İnsanlar içlerinde bir yağmayı meşrulaştırmasınlar yeter ki, ona ulaşmanın yolunu buluyorlar... Çünkü çürümüş yürekler çürümüş yüreklere karşılık geliyor.

İstanbul nasıl kurtulur?

Elbet yürekleri kurtarmakla...

Belki bunun yolu bir "erdem yönetimi"nden başlayacak... Üzerine toz kondurulmayacak, bir anlamda kadim medeniyet değerleri içinde oluşmuş bir "İstanbul terbiyesi" almış yöneticilerin rehberliğinde... Tatlı sert bir "İstanbul'da yaşama üslubu" oluşturarak. Bu şehrin hâlâ orasında burasında kalabilmiş medeniyet değerlerini ana doku kabul edip, oradan yeniden inşaya başlayarak... İnsanımızın, rant savaşlarında yara almış yüreğinde geri planlara itilmiş erdem dokusunu yeniden öne çıkararak... Zorbalaşmadan, insanların tepesine binmeden, ama İstanbul'un geleceğinden de taviz verilmeyeceği kararlılığını sergileyerek...

Bakın, önünüze 10 yılın hesabı konuyor, "Siz yönetmediniz mi İstanbul'un 10 yılını?" diye soruluyor. Haksız bir soru değil. Öyleyse, yarın başlayan sürenin hesabını verecek bir misyonla yola çıkmak gerekiyor.

"Kör kazma"nın tahribatından kurtarmak gerekiyor İstanbul'u...

Sayın İstanbul Belediye Başkanı, Başkanları, tarihi bir görev sizi bekliyor.

Tutun kör kazmayı tutan elleri ve "Dur arkadaş, deyin, tarihine kazma vuruyorsun. İstanbul'a vurmak vebaldir, dur!" deyin. Ve gece-gündüz bir işçi tulumu içinde yaşayın, İstanbul'un tahrip edilmiş güzelliklerini yeniden inşa için... Bir feda oluş sergileyin, belki o zaman İstanbullular rant ikliminden çıkıp, şehirlerine dört elle sarılacaklar...

Medeniyet bilinci, şehir bilinci demek... İnsanımızın kaybolmuş medeniyet bilincini inşa etmek asıl iş...


20 Ağustos 2004
Cuma
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED