AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Seni görmek ister her bahtı kara

Ankara gerçekten 'farklı' bir kent; hatta başkentler arasında bile diğerlerine benzemiyor. İstanbul'a gider, o yerden diğerine, o masadan ötekine geçerek 'politika' sözcüğünün ilk harfini konuşmadan geceyi kapatabilirsiniz. 24 saatliğine Ankara'ya gelen İstanbullu bir yazar dostum, ayak bastığının daha ilk saati bitmeden, "Yine moralimi bozdunuz" diye yakınmaya başlamıştı bile. Haklı.

Elbette politika konuşuluyor burada, ama her konuşulanın moral bozucu olması gerekmiyor. Avrupa Birliği (AB) konusu sözgelimi; İstanbul'dan daha olumlu bir hava var Ankara'da... Konu üzerinde biraz kafa yoranlar, dost meclislerinde "O iş tamam" demeye başlayalı çok oldu. İstanbul'da ise, evet biraz söylem değişikliği orada da fark ediliyor, ama AB konusu, henüz 'piyasaların satın aldığı' bir gerçekliğe dönüşmüş değil.

"Okumuyorlar da ondan" dedi Ankaralı bir dost. Ona göre, İstanbul'da yaşayanlar her olayın daha çok magazin boyutuyla ilgililer. "Öyle olmasaydılar, hadi devletin zinde güçlerinin sürece uyum çabalarını değerlendirmeden yoksunlar, ama statükonun en bağnaz savunucularının yazılarını okuduklarında, yaz başından beri değişen söylemi gözden kaçırmazlardı" dedi aynı kişi... Gerçekten de, çok değil bir-iki ay öncesine kadar, "Avuçlarını yalayacaklar; AB Türkiye'yi kapıdan döndürecek" diye yazanlar, şu günlerde "Millî benliğimizi kaybetme tehdidi kapımızda" demeye başladılar...

Sanki, bir yerden, birileri, kulaklarına, "O iş tamam" diye fısıldamış gibi...

Biri, "İki artı ikinin dört ettiğini hesaplayan herkes konunun Türkiye lehine çoktan kapandığını anlar" dediğinde, ister istemez dikkatler başka ne diyeceği üzerinde yoğunlaştı. Dediği şu: "Türkiye, 1989'da Lüksemburg'ta yapılan zirveyle AB'ye aday ülkeler listesinden çıkartılmıştı. Ancak, iki yıl sonra, Helsinki'de yeniden adaylığı ilân edildiğinde süreç farklı bir boyut aldı. 1999 sonunda yapıldı Helsinki Zirvesi. Ağustos ayında o müthiş Gölcük depremi yaşandı; kasımda Bill Clinton geldi ülkemize ve ABD Türkiye'nin AB sürecine müdahale etti. Yunanistan'a uğradı önce ve oradaki politikacıları ikna etti. Yıl sona ermeden toplanan zirvede üyelik şartları belirlenirken de müdahale etti Clinton; Ecevit ve arkadaşları reddetme noktasına geldiğinde kararlarını değiştirten yine aynı kişiydi: Clinton..."

İnsan belleği çok zayıf. Dostumun bu özetine itimat etmediğim için eve döndüğümde arşiv taraması yapma ihtiyacı hissettim. Dediklerini destekleyen yığınla haber çıktı karşıma. Yunanistan üzerinde baskıya ve zirveye iki taraflı müdahaleye işaret eden; ardından tarafları resmen kutlamış da Beyaz Saray... Clinton gitmiş, Bush gelmiş, ABD'nin Türkiye'nin AB sürecine katkısı eksilmemiş, artmış... Teyidi haber olarak karşımda görünce, o dostun, "Bunu siz ABD'nin desteği olarak değil, dünya sisteminin iradesi olarak değerlendirin" sözü kulağımda çınladı.

Bu durumda, Ak Parti hükümetinin en büyük başarısı, dünya sistemiyle aynı paralelde politika izlemek oluyor. Kendi çıkarları ve Türkiye ile ilgili değerlendirmeleri öyle gerektirdiği için...

Kendimden değil de, bu konunun konuşulduğu akşam işittiklerimden kayda geçirmek istediğim bir mülâhaza var: Hızla gelişen ve sona yaklaşan AB süreci, Ak Parti açısından, tehlikeleri de içinde barındırıyor... "Türkiye AB ile müzakerelere yılın ilk yarısında başlayacak" kararı işitildiğinde "Başardık" diye havalara fırlayacak politik kadroların üzerinde derin derin düşünmeleri gereken iki tehdit...

Birincisi şu: Türkiye'nin AB sürecini başarıya ulaştırmak için Ak Parti'nin aktif desteği şarttı; onun kadrolarının muhalif kaldığı bir proje olarak sonuna kadar götürülemezdi AB yolculuğu... Müzakere süreci başladığında ise iktidarda Ak Parti'nin bulunması eski önemini yitirecektir... Kara, fırtınaya, boraya rağmen varlığını ve dirliğini koruyabilen AKP önderlerinin liderlik sınavı o günlerde yaşanabilir. Bu muhtemel gelişmeye hiç değilse zihnen hazırlıklı olduklarını umarım...

İkinci 'tehdit' de önemli: Diyelim, Türkiye AB rayına yılın daha ilk aylarında oturdu; kamuoyundaki beklentilerin büyüklüğü çok geçmeden iktidarın başını muazzam ağrıtabilecek... Şimdi herkes, neredeyse bütün sıkıntılarının "AB'den gün alınınca" biteceğine inanıyor; çocuğuna iş, evine aş, cebine daha bol para o zaman gelecek beklentisinde... Oysa, "AB'den gün almak" bütün bunların gerçekleşmesine hemen yarayacak sihirli bir değnek değil...

Bu tahlili yapanın yüzüne bakıp kalmışım... Tayyip Erdoğan eskiden bu tür tahlillerin yapıldığı ortamlarda şahsen bulunurdu; içimden, "Keşke o da dinleseydi" düşüncesi şöyle bir geçti, ama "Yanında aklı eren insanlar nasıl olsa vardır" diye teselli buldum. Bizde, yukarılara doğru yol alınırken 'kötü senaryolar' akla getirecek kişilerden uzaklaşılır; ancak bunca yılın deneyimiyle Ak Parti önderleri eskilerin hatasını herhalde tekrarlamaz...

İstanbul'dan gelir gelmez düştüğü sofra sohbetinden 'morali bozularak' kalkan yazar dostuma, geceye son verirken, "Gördün mü bak, AB üyeliğimiz konusunda bütün tereddütlerini gideren bir gece oldu" dedim. Nedense pek rahatlamış görünmedi. Ankara gerçekten İstanbulluları bozuyor mu ne?


20 Ağustos 2004
Cuma
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED