Yöneten değil, güdülen hükümet

Düşünebiliyor musunuz? Memleket meselelerini gazetelerden, dünya meselelerini de televizyondan izleyen bir Başbakanımız var.

Silopi'de iki HADEP yöneticisinin kaybolduğunu ya da kaybedildiğini 10 gün sonra duyabiliyor.

ABD ve İngilte'nin Bağdat'ı vurduğunu ise bir dinlenme seansı sırasında televizyon haberlerinden öğreniyor.

Birinci habere pek bir tepki göstermiyor. Yani, iki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının, ne suretle olursa olsun kaybolması, kaybedilmesi sorumluluğunu herhangi bir şekilde üslenmediği gibi, kayıpların yakınlarıyla falan da ilgilenmiyor.

"Oluyor o bölgede böyle şeyler, üzücü tabii!.." gibisinden, sanki olay Afganistan'da olmuş gibi bir hava içinde.

İkinci habere biraz kızıyor. Ama fazla değil.

Cevabı ise müthiş:

"Biz de Kıbrıs'a çıkarken kimseye haber vermemiştik."

Kendisinin bizzat taraf olduğu bu konuyla ilgili onca olayı iyice unuttuğuna göre durumun hayli vahim olduğu anlaşılıyor.

Silopi olayından, ancak 10 gün sonra haberdar olan Başbakan'ın bu konuda harekete geçmesinden umudu kesen uluslararası mekanizmalar çoktan devreye girdi bile.

Ankara'nın duymazdan geldiği çağrılara, Brüksel, Strasbourg ve Cenevre daha çabuk yanıt verdiler.

Kendi kayıplarımızı ve kendi ayıplarımızı uluslararası mekanizmalara havale ediyoruz..

Hükümet ise, kaybolanların kendi iç meseleleri nedeniyle kaybolduğunu ispat peşinde...

Bölgedeki sivil ve askeri yöneticiler acaba neden böyle bir gayretgeşlik içindeler dersiniz?

Yoksa devre dışı bırakıldı, faaliyetine son verildi denilen JİTEM ya da elemanları hâlâ dimdik görevlerinin başında mı?

Tabii bir Başbakan bunları bilemez...

Ya 'İçi boşaltılan bankalar, Beyaz Enerji' gibi, kimilerine göre 'temizlik' operasyonlarına ne oldu?

Büyük umutlar ve gürültülerle başlanan 'yolsuzluk' operasyonlarında frene basan, daha doğrusu frene bastırılan yine o...

Bu nedenle MGK ve Jandarma'nın devreye girmesi yetmiyormuş gibi, Cumhurbaşkanı'na bağlı Yüksek Denetleme Kurulu da meseleye el koymuş durumda.

Tabii, daha önceki bazı olayları yeniden hatırlatmakla fayda görmüyorum. Onlar çoktan hükümetin ilgi alanının, yani yönetim faaliyetlerinin dışındalar.

Avrupa Birliği ile ilişkiler, Kıbrıs meselesi, dış borçler, enflasyonla mücadele programı, ekonomi, ve diğerleri...

Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan suikasti de dikkat ederseniz çoktan, 'dış güçlere', yabancı, istihbarat örgütlerine havale edildi.

Yani bu meselenin sorumluluğu da hükümetin sırtından kalkmış bulunuyor.

Anayasa Mahkemesi müdahale ediyor, hükümet Anayasa değişikliği paketini geri çekiyor.

Jandarma güpegündüz Ankara'nın ortasında Bakanlık basıyor, evraklara el koyuyor.

Dışişleri Bakanlığı yüksek yargı organlarına yalvar yakar oluyor "N'olur şu cezaları biraz düşük tutun da Avrupa'da daha az rezil olalım" diyor.

Başbakan, (Başbakanlık demek lazım) DGM savcılarıyla kamuoyu önünde ağız dalaşına tutuşuyor.

Daha bir sürü olay var... Hepimizin bildiği, ama bilmezden geldiğimiz...

Şimdi siz, böyle bir hükümetin bu ülkeyi yönettiğine inanabilir misiniz?

Belki siz, hadi diyelim, işlerin fevkalade yolunda gittiğini söyleyen ve yöneticileri Ankara'da bu söylemlerinin karşılığını hükümetten tahsil etmeye çalışan medya tekellerin sözlerine inandınız...

Ama buna inanmayanlar var.

Yüksek Denetleme Kurulu'nun harekete geçirilmesi içerdeki inanmayanları, Silopi olayına uluslararası müdahale ise dışardaki inanmayanları gösteriyor.

Tabii bir de, Bağdat saldırısını Başbakan'ın çalışma saatlerine denk getiremeyen Amerika var...

Oğul Bush da sanırız bu nedenle, Başbakan'a saldırıyı televizyon haberi olarak bildirme yolunu seçmiş olmalı...