T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Problem misyoner faaliyetleri değil

Şu günlerde misyoner faaliyetleri gündemde. Aslında bu yeni bir problem değil. Ondokuzuncu asırdan itibaren misyonerlerin gerek okullar açarak gerekse diğer yollarla dinlerini yaymak için İslam dünyasında çaba gösterdikleri bir gerçek. Bunda şaşılacak bir şey de yok. Bir dine inananın o inancını yaymak için çaba göstermesi kadar tabii bir şey olamaz. Ancak ondokuzuncu yüzyılda başlayan bu çabanın İslam dünyasında istenen sonucu vermediği de biliniyor. Bunca senedir süren misyoner faaliyetlerinin sonucu din değiştiren müslüman parmakla gösterilecek kadar az. Bu tür propagandalara kapılanlar belki kendi dinlerinden kopuyorlar, ama Hristiyan da olmuyorlar. Harcanan paraya, emeğe değen bir netice değil. Belki bu sebepten olacak Katolik kilisesi İslam dünyasında klasik usülde bir misyoner faaliyeti yürütmüyor; farklı usüller deniyor. Ancak Protestan kiliselerinin son zamanlarda bu tür faaliyetlerini artırdığı gözlemleniyor. İçinde bulunduğumuz iktisadi şartlar da kimi insanımıza bu yolla Batı'da yaşama imkanı bulma ümidini vermekte ve bu tür propagandalara sıcak yaklaşmaktalar.

Aslında eğer bizim Batı'da İslam'ı anlatma ve bu yolla müslüman olanları büyük bir sevinçle karşılama hakkımız varsa, satılık kiliseleri cami haline çevirebiliyorsak Hristiyan misyonerlerin de İslam dünyasında Hristiyanlığı anlatmaları problem teşkil etmemeli. Din ve vicdan hürriyeti her yerde hem İslam'ı hem Hristiyanlığı anlatmak için olmalı. Bizim yasaklarla, başka dinlerin anlatılmasının engellenmesiyle korunmaya muhtaç bir dinimiz yok. İslam dünyasında iki asırdır devam eden misyoner faaliyetlerinin ulaştığı nokta ortada. Bir müslümanın hristiyan olması bütünüyle istisnai bir durum.

Bizim için asıl problem insanımıza sağlıklı bir dini bilgi verememekten kaynaklanıyor. Türkiye'de her ne kadar orta öğretimde zorunlu bir din bilgisi ve ahlak dersi varsa da bu dersin içeriğine bakıldığında bütünüyle sulandırılmış olduğu görülür. İlahiyat fakültelerinde de son senelerde proğram değişikliğine gidilerek asıl dini ilimler hafifletilmekte, tabir caizse İlahiyat eğitimi de sulandırılmaktadır. Televizyonlardaki dini tartışma programları ise çoğunlukla dini bilgi verme hedefine değil, mevcut anlayışları, bilgileri sarsmak hedefine yöneliktir. Eksik olmasınlar medyatik ulema da bu konuda üzerlerine düşeni fazlasıyla yapıyorlar. Yarışma proğramlarını izliyorsanız, en basit dini sorular karşısında insanlarımızın ne kadar bocaladıklarını görürsünüz. Dolayısıyla problem misyoner faaliyetlerinin kendisi değil, bu faaliyetlerin böyle çorak bir zeminde ortaya çıkmasıdır.

Yasakçılığa alışmış olan kafalar misyonerlerin milli bütünlüğümüzü zedeleyeceğini düşünüyorlar. Düşünüyorlar da bunu engellemenin yolunun sağlıklı bir dini eğitim ve öğretimi vermekten geçtiğini göremiyorlar. Kaldı ki ne bugünkü evrensel hukuk çerçevesinde ne de teknolojik imkanların bu derecede geliştiği ortamda bu konudaki yasakçılığın işlemesi mümkün değil. Küreselleşmenin kültürel boyutu aslında bütün dünyayı misyonerler için elverişli bir çalışma sahası haline getirmiştir. Güneydoğu Asya ülkelerinde Hristiyanlığın süratle yayılması elverişli alanların nasıl kısa sürede Hristiyanlaşabildiğini gösteriyor. Eğer Türkiye'nin birlik ve bütünlüğü için İslam dini önemli bir faktörse bunu sürdürmenin yolu diğer dinlerin anlatılmasını yasaklamak değil, sağlıklı bir İslam eğitimi vermektir. İslam'ı neslimize doğru bir şekilde öğretebilirsek bırakalım isteyen istediği dini anlatsın.


30 Kasım 2001
Cuma
 
M.AKİF AYDIN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED