T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Hep aynı dosya...

Milliyet yazarı Hasan Cemal'in elinde bir "Ahmet Taşgetiren dosyası" bulunduğu muhakkak. Dosyanın en hacimli belgesi de Neşe Düzel ile yapılan mülâkat. Bu kaçıncı bilmiyorum, ama o dosyaya ve o mülakata sık sık müracaatta bulunuyor.

Son olarak Salı (3 temmuz 2001) günkü yazısında o mülakattan yola çıkarak değerlendirmeler yaptı. Yazısının başlığı "Demokrasi ve özgürlük alanını genişletmek..." şeklindeydi. Yazının sonunda da özgürlük alanının genişletilmesini seslendiriyordu. Ama girişte farklı bir üslûp vardı. Yazının giriş bölümünü okuyalım:

"Ahmet Taşgetiren, Yeni Şafak gazetesinin başyazarı.

Aşağıdaki sözler ona ait:

"Laiklik, 'insan için kuralı insan koyar' diyor. Din ise 'insan için kuralı Allah koyar' diyor. Burada ayrılıyoruz. Benim Müslüman olarak görevim, Kuran'ın ilkelerine göre yaşamaktır. Bunun hayat haline gelmesini istiyorum. İnsanı toplumdan ayıramazsınız. Devletin anayasası, kanunları, Kuran'a aykırı olmayacak. İslam toplum halinde yaşanmayı gerektiren bir din."

Taşgetiren şöyle devam etmiş:

"Eğer İslam, bir ülkede Müslümanların belirleyici bir değeriyse, o ülkede en sıhhatli sistem, İslam'ın esaslarına göre kurulacak sistemdir. Ülkeye başka bir sistem uygularsanız, toplum ile yönetenler arasında çatışma çıkar. (Yeni Yüzyıl, 18.11.1996, sayfa 6, Neşe Düzel'le konuşma)

Yeni Şafak Başyazarı Taşgetiren, devlet ve toplumda şeriat düzenini savunuyor.

Yani laikliği reddediyor.

Dolayısıyla demokrasiyi de...

Ama bir fikri savunuyor. Şeriat düzeni fikrini savunurken de şiddeti övmüyor, şiddet kışkırtıcılığı yapmıyor.

Taşgetiren cezalandırılsın mı?

Yoksa ifade özgürlüğünden yararlansın mı?

Demokrasi, Taşgetiren'in bu laiklik ve demokrasi karşıtı fikrini savunmasını da içerir. Eğer Türk Ceza Yasası'nın 1991 yılında 141 ve 142. maddeleriyle birlikte kaldırılan ünlü 163. maddesi olsaydı, Taşgetiren bu fikrinden dolayı hapsi boylardı.

Peki ya Ahmet Taşgetiren, şeriat düzeni fikrini yalnız fikir olarak savunmakla yetinmeyip, bir siyasi parti kurarak ve yine şiddeti dışlayarak savunmaya başlasa ne olur?

Hapsi boylar.

Partisi derhal kapatılır. Çünkü Anayasa ve yasalarımız buna uygun değil."

Bu bölümü tüm okuyanların yorumu "Hasan Cemal sizi jurnalliyor" görüşünde birleşti. Ben de tekin günlerden geçmediğimiz kanaatindeyim. Hasan Cemal birkaç gün önce "Tayyip Erdoğan dosyası"nı yazdı. Emin Çölaşan, Tufan Türenç, Hasan Pulur ve benzerleri gibi... Bu bir çizgi. Bu çizgideki "dosya" atağı, bana hep "psikolojik savaş" üslûbunu hatırlatır. Ve "birileri"nin yine harekete geçtiğini düşünürüm. Böyle bir ortamda yaşıyor olmamıza rağmen, ben Hasan Cemal'in yazısından gene de "jurnal"i çıkarmadım. Ama bir "anlama özrü" çıkarmadım dersem olmaz.

Hasan Cemal'in şablonları var, işi oraya getirdi mi rahatlıyor. Nedir onlar? "Laiklik ve demokrasi karşıtlığı, şeriat taraftarlığı..." Bu şablonlar birisini vurmak isterken de, ona "özgürlük lutfetmek" isterken de çok işe yarıyor. Bu yazısı, "insanlar böyle olsa bile şiddet önermiyorlarsa özgür olmalılar" sonucuna ulaşıyor. Lutfediyor, ama önce yargılayarak...

Anlamadığı ne?

Benim taleplerim ve redlerimin niteliği...

Bir kere şunu söyleyeyim: Haftalık röportajlarını çok önemsediğim Neşe Düzel'in benimle yaptığı mülakattaki editörlüğü çok titiz değildi, bunu mülakatın yayınlandığı zaman da yazdım. Benim nüanslara çok titizlendiğim konularda o, uzunca bir söyleşinin içinden "birileri"nin duyarlılığını çok tahrik edecek, nüanslardan soyutlanmış cümleler sunmuştu. Buna rağmen, yayınlanmış metin bile nüanslara dikkat edildiğinde Hasan Cemal'in anladığından farklı görüşler ifade ediyordu.

Yukardaki sözler üç maddede özetlenebilir:

1. Benim talebim.

2. Sosyal bilimlerin gereği.

3. Müslüman bir ülkede toplum sisteminden beklenen...

1. Benim talebim, bir Müslüman olarak inançlarımın gereğini en özgür biçimde yerine getirmektir. Burada en dikkat edeceğim konunun, bir başkasının özgürlük alanına müdahale etmemek olduğuna inanırım.

2. Sosyal bilimler, sağlıklı bir sistemin, toplum değerleriyle en büyük uyumu sağlayan sistem olduğunu ortaya koyar. Müslüman bir toplumda sistemin toplumun değerleriyle uyumu gözetmesi de toplum-sistem ilişkilerindeki sıhhatin cümlesindendir.

3. Müslüman bir ülkede sistemin, toplum değerlerinin ana referans kaynağı olan Kur'an'a aykırı olmaması da, bana göre sistem-toplum ilişkilerindeki sıhhatin gereğidir.

Bunları tartışmıyor Hasan Cemal, sadece tanımlıyor, hatta damgalıyor.

Benim laikliğe eleştirel yaklaştığım doğru. "İnsan için bağlayıcı değer nedir?" sorusunda ben, insanın Allah'la ilişkisini öne alıyorum.

Ama burada, benim durumum, "benim kuracağım bir düzende başkalarının statüsü" değildir. Yani "ben İslâm şeriatını hakim sistem haline getireceğim, orada işler şöyle düzenlenecek..vs.." konusu değil. Ben İslâm'ın, insanlık için en sağlıklı hayat düzenini getirdiğine inanıyorum. Ama gene benim inancıma göre bu, ancak insanların özgür iradesiyle benimseyeceği bir hayat tarzıdır. Yani İslâm, şeriat çerçevesinde yaşanacaksa bile, bana göre yukardan aşağı bir dinî düzenlemeyi değil, toplumların özgür seçimini benimser. Onun için ben, yapılan kamuoyu yoklamalarında "Müslümanlığı yüzde 90'larda" olmasına rağmen, "şeriatla yönetilme talebi" çok düşük çıkan Türkiye'nin şu anda şeriatla yönetilme durumunda olmadığını, başka söyleşilerde ifade etmişimdir.

Bununla birlikte, Türkiye'de toplumla (toplumun en azından bir kesimi ile) sistem arasında özellikle inanç, ifade ve örgütlenme alanında bir özgürlük problemi yaşandığı muhakkak. Bunu dünya âlem biliyor. Bunun, İslâm'la ilişkiye, toplumla sistemin farklı yaklaşmasından kaynaklandığı da söylenebilir. Diyelim toplum daha çok İslâm istiyor, sistem de "Sana bu kadar yeter" diyor. Aradaki fark, "özgürlük açığı" olarak ortaya çıkıyor. Bu da, Türkiye'de pek çok sancının kaynağı. Demokrasi tartışmaları da buradan çıkıyor, laiklik tartışmaları da... Nasıl çözülecek bu sorun?

Sorun bir bakıma, "şeriat sorunu" değil, sistemin üstün değer olarak belirlediği "laiklik ve demokrasinin ne olduğu?" noktasında toplanıyor. Laiklik ve demokrasinin beşiği kabul edilen Batı dünyası bile Türkiye'de dindar insanların inanç özgürlüğü sorunu olduğunu kabul ediyor.

Yazı çok uzadı. "Yasalar Kur'an'a aykırı olmamalı" görüşünü çok yadırgayanlara, Abdullah Aymaz'ın 1 tammuz 2001 tarihli Zaman'da çıkan "Başörtüsü ile spor dersi" başlıklı yazısını okumayı tavsiye etmek isterim. O yazıda sayın Aymaz, Kuzey Ren Westfalya eyaletinde Gimnasium'a giden 12 yaşında bir Müslüman Türk kız öğrencinin spor dersine katılmama talebini görüşen Yüksek İdare Mahkemesi'nin Nur Suresi 31.'inci ayetine bakarak, öğrenci lehinde hüküm verdiğini anlatıyor. Orası da laik-demokratik bir ülke... Ve Hristiyan... Mahkeme çocuğa "senin kafanda şeriat var, onun için özgürlüklerden yararlanamazsın" demiyor.

Zihinler biraz durulur, yürekler genişlerse ne dediğim hiç şüphesiz daha iyi anlaşılacaktır.


5 Temmuz 2001
Perşembe
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED