T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Derviş'e saldırarak rahatlamak

Cumhuriyet tarihinin en büyük "ekonomik krizi"nin aslında "siyasi kriz"den kaynaklandığını defalarca vurguladık. Bu "kriz"in başlıca sorumlusu "siyaset sınıfı" ve somut olarak iktidarda bulunan Bülent Ecevit başkanlığındaki "üçlü koalisyon hükümeti"dir. "Ekonomik kriz"e de o sebep olmuştur. Bu hükümet ile "ekonomik kriz"den çıkılmasının, Kemal Derviş'e rağmen mümkün olamayacağını defalarca ima ettik, ya da apaçık yazdık.

Türkiye'nin "paradoksu" tam da burada. Hem bu hükümete "sıfır güven" olacak, hem hükümeti oluşturan partilerin hepsi, her kamuoyu yoklamasında "barajın altında kalmak" bir yana, giderek "erozyon"a uğrayacaklar, hem "dış dünya"nın bu hükümete bir "güveni" bulunmayacak ve hem de gayet zecri önlemler içeren ve son derece kararlı biçimde, ne yaptığını bilen ve üstelik güçlü bir hükümet gerektiren "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" harfiyen uygulanacak.

ANAR'ın Haziran araştırması rakamlarında, DSP'nin desteği yüzde 3'e, ANAP'ınki yüzde 4.3'e, MHP'ninki yüzde 7'nin altına düştü. Böylesine çözülen ve eriyen bir "iç destek" ile "program" uygulanabilir mi? IMF ve Dünya Bankası'nın "sarı ışığı"ndan sonra daha da zor.

Manzarayı olduğu gibi gördüğümüz için, Türkiye'deki "ekonomik kriz"in bir "kronik kriz" haline geleceğini ve "süreklilik" arzedeceğini de belirttik. Olan budur. Önce IMF'nin, ardından Dünya Bankası'nın toplamı 3.2 milyar doları bulan ek kredilerinin Türkiye'nin kasasına girmemesi ve makroekonomik dengelerin allak bullak olmasının sebebi de budur.

Türkiye, "program"ın uygulanma zorunluluğu yüzünden sanki bu hükümete mecburmuş gibi bir hale sokuldu. Özellikle, İstanbul iş çevreleri "programın uygulanabilmesi uğruna" kendilerini Ankara'daki hantal ve boğazına kadar yolsuzluk şaibesi içine batmış bir hükümete rehin kıldılar. Daha yeni yeni uyanmaya başladılar. Bu hükümetle bu "program" uy-gu-la-na-maz.

TÜSİAD'ın dünkü açıklamasından anlaşılabileceği gibi, bunu anlayabilmeleri için IMF ve Dünya Bankası'nın kredi dilimlerini askıya alması gerekti. Yani, "dış dünya"nın artık "şaka" yapmayacağını ve Türkiye'deki durumun şakaya gelir yanı olmadığını, yine dış dünya sayesinde farkedebildiler.

Uluslararası ekonomi dünyasına ışık tutan en önemli organlar, İngiliz Financial Times gazetesi ile The Economist dergisi ve Amerikan Wall Street Journal gazetesidir. The Financial Times gazetesi, önceki gün, "Türkiye'nin seçeneği" başlıklı bir başyazı yayınlayarak, dış dünyanın IMF ve Dünya Bankası kararlarına verdiği desteği gerekçeleriyle ortaya koydu.

Başyazıdaki şu satırları hep birlikte okuyalım:

"Pazartesi günü Uluslararası Para Fonu, Türkiye'ye vereceği 1.5 milyar dolarlık dilimin serbest bırakılacağı İcra Direktörleri Toplantısı'nı erteledi. Bu, hükümetin sözlerini yerine getirememesine, özellikle Türk Telekom'a profesyonel bir yönetim atamamasına verilen meşru bir tepkidir.

Birçokları için bu hayli sert görünebilir. Hükümet birçok yönden ekonomiyi Şubat devalüasyonunun enkazından kurtarmak yolunda takdire şayan işler yapmıştır. Eski Dünya Bankalı Kemal Derviş'in şahsında mükemmel bir yeni ekonomi bakanı atamıştır. Sert bir mali önlemlere gitmiş ve bağımsız bir Merkez Bankası'nı kabul etmiştir. Özellikle bankacılık sektörüne yapısal reforma başlamıştır.

Bununla birlikte, hükümet için olumlu bir kuşku payı bırakmak da mümkün değildir. Ödemek zorunda olduğu olağanüstü yüksek faizler ve ihtiyaç duyduğu yardımın çapı, itibarının ne kadar düştüğünün gösteriyor. Bu yıl gayrısafi milli hasılanın yüzde 79'una ulaşması beklenen net kamu borçlanması ve GSMH'nın yüzde 17'sini borçlanmak zorundaki bir kamu sektörü, manevra alanı kalmamıştır.

Bu arka plan hükümet ile IMF arasındaki itiş-kakışın önemini açıklıyor. Hükümet, liderlerinin herbiri programı destekledikleri varsayılan üç partiden oluşan bir koalisyon. Ama hiçbiri, bunun ne kadar önemli olduğunu ve bunun rasyonelinin ne olduğunu halka açıklamaya yanaşmıyor. Bu ise Derviş'e kaldı.

Bunların bu isteksizliklerinin sebebi, programın amacının ekonomiye günlük siyasi müdahaleyi önlemek olması. Bu müdahale Türkiye'nin sorunlarının önemli bir kaynağı olduğu için, bunun önlenmesi hayatidir. Bu, özellikle, koalisyonun iki numaralı ortağı MHP için geçerlidir.

Türk Telekom örneğinde, hükümet profesyonel yeterliliğe sahip bir yönetim kurulu atayacağına söz vermişti. Bunu yapmadı. Bunun yerine, yeni yönetim kurulunun üyelerinin çoğunluğu MHP'nin partizan atamaları. Bu, hükümetin bundan sonra nasıl davranacağına ilişkin piyasalara yanlış sinyal göndermesi demektir.

Türk hükümetini yapmak istemediği şeyi yapmaya kimse zorlayamaz. Fakat o da, buna karşılık, uymayı kabul ettiğinin ruhuna ve lafzına uymaz ise, sürekli bir desteği beklemeye de hakkı olmaz. IMF toplantısını ertelemekte haklıydı. Tümüyle tatmin olmadan ek kredi dilimini serbest bırakmamalıdır. Eğer geri basarsa, program itibarını kaybedecek ve ülke, fena halde ihtiyacı olan güveni kazanamayacaktır."

IMF'nin ve Dünya Bankası'nın son kararları ardında "köstebek" aramakla vakit tüketeceğinize, durumun ciddiyetini ve vahametini anlamaya çalışın. Dün de belirttik: Milliyetçilikle borç kapanmıyor. Türkiye'nin sırtını minderden kaldırmak için nutuk atmak, onu bunu suçlamak hal çaresi olmuyor.

Önderlik, "toplumsal uzlaşma" ve herşeyden önce "akıl" gerekiyor...


5 Temmuz 2001
Perşembe
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED