T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Tecavüze karşı da globalizm…

Globalizm sanıldığı gibi sadece IMF, Dünya Bankası ve diğer uluslararası güç odaklarının faaliyetlerini içermiyor.

IMF'nin, Telekom üst yönetimini değiştirmek için Türkiye'ye vereceği son kredi dilimini askıya alması, kötüye kullanılan 'ulusal eğemenlik' kavramına karşı bir ders mahiyeti taşıyor.

Belki uç bir benzetme olacak ama farketmez; Miloşeviç'in yaka paça Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesi'ne gönderilmesinin nedeni, kötüye kullanılan 'ulusal eğemenlik' kavramıdır.

Uluslararası para örgütlerinin Türkiye ekonomisine bu denli müdahale ederek bizzat yönetmeye başlamasının nedeni de bu kötüye kullanılan 'eğemenlik' kavramının bir başka boyutudur.

Hele hele onların verdiği borç paraları hırsızların talan etmesine göz yuman bir 'eğemenlik' anlayışı söz konusuysa…

Ne garip tecellidir ki, aslında Türkiye'nin yararına olmayan bir borçlanma faaliyeti vesilesiyle IMF ve Dünya Bankası, Türkiye'yi, çağı geçmiş ve içi boş milliyetçi söylemlerin arkasına sığınmış menfaat odaklarından daha fazla kolluyor gibi bir durum ortaya çıkmaktadır.

Artık herkes biliyor ki, MHP'nin milliyetçilik maskesi altında yaptığı, devleti parselleyip yandaşlarına peşkeş çekmekten ibarettir.

IMF ve Dünya Bankası da kuşkusuz bunun farkında olduğu için, bu odaklar tarafından ele geçirilmiş kurumların, şirketlerin daha verimli olabilmesi adına, yönetimlerinin profesyonellerden oluşmasını ve siyasi bağlantılarından sıyrılmasını talep ediyor.

Hükümet ise bu talebe karşı direnmeye karar vermiş gibi görünüyor.

Akıllarınca IMF'nin, yeni bir kriz yaratarak Türkiye'nin tümüyle yere serilmesine göz yummayacağını düşünüyorlar.

Türkiye'nin ve Türkiye insanının geleceği üzerinde yeni bir kumar oynuyorlar.

Oysa hiçbir şansları bulunmuyor.

Başka alanlarda da şansları yok aslında…

Yukarda da belirttiğim gibi globalizm sadece mali konularla sınırlı değil. Hukuk alanındaki globalizmin son örneğini Miloşeviç'in uluslararsı yargıya teslim sürecinde gördük. Öcalan da böyle bir global talep gereği Suriye'den çıkarıldı ve Türkiye'ye teslim edildi.

Artık hiçbir ülke, ulusal eğemenlik hakkına dayanıp kendi insanına ya da eğemenliği altında yaşayan insanlara, bırakalım katliamı, kolay kolay kötü muamelede bile bulunamıyor.

Hele Türkiye gibi, bu alanda birçok uluslararası metne imza atmış, global eğemenliğe rıza göstermiş ülke devletlerinin işi daha da zor.

Bu alanda globalleşmeyi anlamaz görünen güçler hâlâ bildiklerini okumaya devam ediyorlar, ama boşuna…

Bunun son örneğini, gözaltında tecavüze uğrayan kadınlara yönelik saldırılar oluşturuyor.

Hikaye şu:

Gözaltında tecavüze ve cinsel tacize uğrayan kadınların geçen yıl 10-11 Haziran tarihleri arasında topladıkları kurultaydan sonra, 4'ü bu kurultayda konuşma yapan biri de tecavüze uğradığı halde hâlâ hapiste olan bir kadın hakkında dava açılıyor.

Dikkatinizi çekerim, dava, bu kadınlara yönelik tecavüzlerin failleri hakkında açılmıyor.

Onlar hakında daha önce çeşitli davalar açılmış ve hepsi aklanarak görevlerine devam etmişler.

Zaten mağdur olan ve bu durumlarını kurultayda dile getiren bu kadınlar için istenen ceza miktarı 6 yıl ile 30'ar yıl arasında değişiyor.

İsnat edilen suçlardan biri ünlü 159'uncu madde; konuşmalarında cumhuriyetin, devletin askeri ve emniyeti muhafaza kuvvetlerinin, adliyenin manevi şahsiyetini alenen tahkir ve tezyif etmek. Yani, herkesin duyup göreceği bir şekilde hakaret etme, aşağılama…

Bunlardan biri de Hemşire Nazlı Top.

Öyküsü, ancak Washington Post'ta çıktıktan sonra Hürriyet ve diğer gazetelerde yer alabilen Top, konuşmasında, karakolda nasıl tecavüze uğradığını, üç aylık hamile olduğunu söylemesine rağmen polislerin 10 gün boyunca tecavüze devam ettiklerini anlatmıştı.

Top, elinde işkence raporu olduğu halde, davacı olduğu polislerin mahkemeye bile getirilmeyerek beraat ettirildiğini ve bütün bu süreçte de görevlerine devam ettiklerini de ifade etmişti.

Hakkında dava açılmasının nedeni herhalde buydu. Anlattıkları devleti ve devletin güvenlik kuvvetlerini rencide etmiş olmalıydı.

Türkiye'de işkencenin sistematik hale gelmesinin temel nedeni de aslında bu anlayış. Polis mantığı ile hareket eden, idareye kafaca, gönülce, fiilen bağlı savcıların ve yargıçların, devlet görevlilerini koruma ve kollama anlayışı böyle bir ayıbın ortaya çıkmasına neden olduyor.

Tecavüz mağdurlarının davası devam ediyor ve giderek uluslararası bir boyut kazanıyor.

Şimdiye kadar duydukları utanç ya da başka nedenlerle durumlarını açıklayamayan tecavüz mağduru yüzlerce kadın, artık başlarından geçen olayları dile getirebiliyorlar.

Nazlı Top'un dediği gibi onların utanacak bir şeyleri yok.

Geçtiğimiz 15 yılda, PKK ile savaş sırasında, Özel Tim görevlileri, polisler, askerler, korucular, karakol polisleri tarafından tecavüze ve cinsel tacize uğramış yüzlerce kadın, hikayelerini gerek uluslararası örgütlere ve avukatlara gerekse Türkiye'dekilere anlatıyor. Önümüzdeki günlerde bu hikayelerin uluslararası plaftormlarda daha çok dile getirildiğine tanık olacağız.

Tecavüzü cezalandırmayan, buna karşılık tecavüze uğrayanı cezalandırmaya çalışan bir hukuk sistemine karşı global hukukun devreye girmesinden başka çare mi var?


5 Temmuz 2001
Perşembe
 
KORAY DÜZGÖREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED