AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
Yakındır: 'ABD'den tokat gibi sözler...'

Türkiye'nin "büyük gazete"sinin genel yayın yönetmeni, Pearson'ın, Irak'ın bombalanmasını duyuran 21 Mart tarihli gazetelerin birinci sayfalarıyla köşe yazılarını çevirtip "yönetim"e göndermesini, böylece "küçük beyinliler"in etkisinin düşünüldüğünden daha az olduğunun ortaya çıkacağını yazdı. Türkiye'nin "en özgür gazete"si ise iki gündür Amerikalı yetkililerin Türkiye'ye yönelik sözlerini "ağzınıza sağlık" makamında veriyor. Habertürk, şimdilik "Bush Ankara'yı şok etti" diyor, bizce "Bush'tan Türkiye'ye tokat gibi sözler", "Powell zehir zemberek" başlıkları da yakındır...

23 Mart tarihli Başkent Kulisi'nde (Kanal 7) Fehmi Koru ile Nuray Mert arasında, gazetelerin savaşa karşı tavırlarını anlamada belirleyici kriterin ne olması gerektiği üzerine kısa bir tartışma yaşandı.

Fehmi Koru, bazı gazetelerin tavırlarının, içinde bulundukları grubun çıkarlarından bağımsız olarak anlaşılamayacağını savundu ve bir tür Amerikan yanlılığının "meccani" olarak yapılabileceğine inanmadığını söyledi. Bunun üzerine Nuray Mert, en savaş yanlısı gazetelerde bile ciddi, samimi savaş karşıtı sesler yükseldiğini hatırlatarak, bu tür toptancı değerlendirmelerin doğru olmadığını ima etti ve "bireysel sorumluluk" meselesine dikkat çekti.

HABER SAYFALARINA BAKMAK LAZIM

Tartışmanın, Kronik Medya'nın görev alanı açısından en önemli yanı, iki köşe yazarının da "gazetenin tavrı"nı, köşe yazarlarının tavırlarına referans vererek anlamaya çalışmalarıydı... Fehmi Koru, kendi tezini, tartışmayı haber sayfalarına çekerek doğrulayabilirdi, ya da hiç değilse tartışmayı bu noktadan sürdürebilirdi. Oysa o, Nuray Mert'in, mesele köşe yazarlarıyla sınırlı tutulduğunda kendi içinde tutarlı argümanını kabul etmiş göründü ve tartışma kapandı... Oysa bir gazetenin tavrı hiç kuşkusuz esas olarak haber sayfalarının tavrıyla belirlenir. Kanal 7'deki tartışmayı, gazeteciliğimizdeki haber (muhabir)-köşe yazarı sorununun yol açtığı çarpık algılamanın bir yansıması olarak kaydedip, kapatalım...

Ama gelin, "haber sayfaları" ve "köşe yazıları" ölçütlerini, programın yayımlandığı günkü (23 Mart) Habertürk'e uygulayalım ve "haber sayfalarının" gazetenin tavrını anlamak bakımından neden daha "işlevsel" olduğunu gösterelim...

O gün Habertürk "Amerikancı" ve "Amerikan muhalifi" köşe yazarları açısından, başka günlerde olduğu gibi dengeli bir görünüm arz ediyordu. Buradan şu çıkmaz mı: Bir gazetenin belirli bir mesele karşısındaki tavrını, köşe yazılarına bakarak belirlemek çok zor; bu kriter uygun değil.

'AĞZINIZA SAĞLIK' MAKAMINDA...

Fakat haber sayfalarına geçince, mesele bir anda berraklaşıyor... Gazete 23 Mart tarihli manşetini Türk-Amerikan ilişkisinin geldiği son noktaya ayırmış. Bu amaçla, manşet haberin ayağına iki ayrı haber daha takılmış. Manşetin ve ona takılı iki haberin birinci sayfa içerikleri şöyle:

Manşet: "SON PİŞMANLIK NEYE YARAR? NE TEKLİF ETSEK 'HAYIR' DİYORLAR... Amerika artık K. Irak'a asker gönderme karşılığı ne taviz versek kabul etmiyor. Ekonomik paket, bölgede inisiyatif, hepsi yattı... Hükümet hepten şaşırdı... ABD'yle çatışma riski var..."

Birinci haber: "ABD İLE ÇATIŞMAYA DOĞRU... ŞAŞKIN ANKARA'NIN YENİ ŞAŞKINLIKLARI... Ankara alttan almasına rağmen ABD'nin gönlünü alamayınca sertleşti. Hava sahasını bombardıman uçaklarına açan Türkiye üslerden keşif uçuşlarını yasakladı. ABD ve İngiliz Büyükelçileri'ni müsteşar yerine daire başkanı düzeyinde muhatap almaya başladı."

İkinci haber: "ABD TÜRKİYE'Yİ TAKMIYOR... KUZEY'DEN TÜRKİYE'SİZ SAVAŞ... Türkiye'nin hava sahasından asker, karadan askeri malzeme geçirelim önerisini de ciddiye almayan ABD, kuzeyden kara operasyonu yapacak birlikleri Kuveyt'e nekletti. Kuzey'e güneyden asker gönderecek."

Gazetenin kullandığı dili görüyorsunuz... Bunun bir adım sonrasında "ABD Genelkurmayı'ndan tokat gibi sözler", "Başkan Bush zehir zemberek..." var ki o da yakındır... (Habertürk'ün dünkü manşeti de şöyle düzenlenmişti: "Manken, solcu, İslamcı ittifakı kazandı. Türkiye kaybetti. GÖZÜNÜZ AYDIN... 'Amerika Türkiye'siz savaşa giremez' diyen 'malum ittifak'ın tezi çöktü. ABD, Mardin, G.Antep ve İskenderun'u boşaltarak, Türkiye'yi devre dışı bıraktı..." Manşetin altında da şu haber vardı: "Bush, Ankara'yı şok etti... Kürtlerle çalışıyoruz, Kuzey Irak'a giremezsiniz...")

Birinci sayfası böyle düzenlenmiş bir gazetenin köşe yazarlarından kaçının öyle kaçının böyle olmasının bir önemi var mı? (A.G.)

NOT. Haber sayfaları böyle olan tek gazetenin Habertürk olduğu gibi bir sonuç çıkarmadınız bu yazdıklarımızdan değil mi? Böyle olmadığını en iyi anlatan satırları, Amerikan bombardımanının başladığı günün ertesinde Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök yazdı. Özkök'ün 22 Mart tarihli yazısından sözünü ettiğimiz satırlar şöyle:

"Amerika Birleşik Devletleri'nin Ankara Büyükelçisi Pearson'a bir tavsiyem var. Türk medyasının ana gövdesini temsil eden gazetelerin dünkü birinci sayfalarını ve köşe yazılarını bir bir tercüme ettirip Washington'a iletsin. Türk medyasının, hükümetin yürüttüğü politikaya karşı aldığı tutum, Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği açısından çok büyük önem taşıyor..."

Rumsfeld 'Sözleşme'yi hatırladı!

ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in savaş esirlerinin görüntülerinin alınmasının Cenevre Sözleşmesi uyarınca yasaklandığını hatırlatması, savaşın 4. günü yapılan en matrak açıklamadıydı herhalde... Güvenlik Konseyi'nde haftalar süren "meşruiyet" arama çabalarını haddinden fazla can sıkıcı ve yararsız bulan ve dolayısıyla Birleşmiş Milletler'in kuyusunu kazan ABD yönetiminin "Cenevre Sözleşmesi"ni hatırlatmasından daha gülünç bir tavır olabilir mi?

1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi (13. madde) tabii ki savaş esirlerinin şiddete, hakarete uğramasını, halka sergilenmesini yasaklamaktadır. Ama bu yasaklama her milletten savaş esiri için getirilmiş bir yasaklamadır. Bugün bu Sözleşme'yi hatırlatan ABD yönetiminin yakın geçmişte Afganistan'dan yapılan "savaş esirleri" yayını hakkında sesini çıkardığını duyan var mı aramızda? Kafeslere kapatılan, Küba'ya nakledilen ve arada bir çıkagelen insanlık dışı görüntüler dışında kendilerinden hiçbir haber alınamayan, ellerinden bütün "hak" ve "hukukları" alınmış "savaş esirleri"...

Ancak -Rumsfeld'in açıklamasının tutarlılıktan yoksun açıklaması bir yana- Irak savaşındaki Amerikan savaş esirlerinin başta televizyon kanalları olmak üzere medyada sergilenmesi, hiç şüphesiz "sorunsuz" bir mesele de değildir. İsterseniz bu tartışmayı, "Iraklı esirler söz konusu olduğunda her yayın serbest, sıra Amerikalı esirlere gelince Cenevre Sözleşmesi?" gibi aslında tamamen haksız da olmayan bir soruyu da dışarıda bırakarak sürdürelim:

Biz de pek çoğunuz gibi, tarafların (hangi taraf olursa olsun) "savaş esirleri" üzerinden "psikolojik savaş" yürütmelerini doğru bulmuyoruz. Beş Amerikan askerinin yüzlerindeki korkuyu –savaşa karşı olsak da- seyrederek memnun olacak değiliz herhalde... Bu "Aman eksik olsun!" talebimiz "Savaş hukuku" gibi bize göre kendi içinde çok sorunlu ("sorunlu", çünkü "savaş" kimi savaş teorisyenlerinin söylediği gibi "siyaset"in ve bir bakıma "hukuk"un bir devamı değil, onun toptan lağvedilmesidir) görünen gerekçeden kaynaklanmıyor; savaş esirlerinin teşhiri ve bu teşhirden birilerinin keyf alması bize sırf "insanlık" açısından, "moral" açıdan kendisinden uzak durulması gereken bir uygulama olarak görünüyor. Ne düşmanının eline geçmiş Amerikalı pilotun gözlerindeki korkuyu söyredelim, ne de Dicle kıyısında elde tüfek ve orakla Amerikalı savaş esiri arayan yüzlerce Iraklının neşesine şahit olalım... İkisi de eksik olsun....

Ancak bugün yaşanan savaşın medya ile ilişkisinde başka "sakat" yanlar da var. Dikkat ederseniz, "iki farklı dünya" bu savaşı birbirinden çok farklı görüntülerle izliyor. Bir yanda CNN merkezli Batı medyası, döğer yanda El Cezire merkezli Arap dünyası... Birinci ekranı tercih edenlerin karşısından sürekli "teknoloji harikası" tanklar, zırhlı araçlar, savaş uçakları, vs geçerken, ikinci ekranı tercih edenler bombardıman altında can veren sivilleri sayıyor... Bir yanda her türden "danışman"ın yardımıyla önümüze açılan haritalardan yapılan "temiz savaş" var; öte yanda patlamalar, yaralılar, ölüler... Takdir edersiniz ki iki "imaj dünyası" arasındaki bu farklılık "savaş esirleri"nin teşhir edilip edilmemesiyle aynı şey değil..

Peki bu meselenin altından bizimkiler nasıl çıkıyor? Bizde ekranlara "iki dünya" birlikte geliyor. Bugüne kadar "kan tutmama" eğitiminden yeterince geçirilmiş olan izleyici "savaş esirleri" ya da bombardıman altından çıkarılan çocuk cesetleri görüntülerini olduğu gibi ("mozayiklenmemiş" olarak) seyredebildiği gibi, "harita okuma"ya dayanan "temiz savaş" görüntülerinden de mahrum bırakılmıyor. Yani özetle bizde "her numara" var...

İsterseniz bu son fasılla ilgili bir de örnek verelim: Değerli bir okurumuz mektubunda, Mehmet Ali Birand'ın bombardımanın ikinci gecesinde programına aynen şu cümle ile başladığını söylüyor: "Biz de ekran karşısında Bağdat semalarından ateşlerin yükseleşini heyecanla bekliyoruz." (!) Takdir sizin.... (K.B.)

'Millet': 'Kerkük kalesine Türk bayrağı'

Türkiye'nin -bizzat patronu tarafından 'devletin gazetesi' ilan edilen- en büyük gazetesinde günler boyunca sürdürülen "Türkiye'nin Musul ve Kerkük'teki tarihsel hakları" kampanyasının buharı tüterken, "Biz Kuzey Irak'a sadece insani amaçlarla gireceğiz" sözleri ne kadar inandırıcı olabilirdi? Prof. Kemal Kirişçi'nin NTV'de (23 Mart) söylediği gibi, olmadı...

Kim inanır "Musul-Kerkük'teki tarihsel haklar, sırf haber değeri olduğu için gündeme taşındı" savunmasına? İşte görüyoruz, kimse inanmadı... Türkiye'nin "insani amaç" tezlerinin inandırıcılığını epeyce zayıflatan kampanyanın ardından, hiç değilse bugünlerde bu tür "yanlış anlamalar"a sebebiyet verecek yayınlardan kaçınmak gerekmez mi? Gerekir herhalde. Ama bakın, aşağıda okuyacağınız mektup, Hürriyet'in Yalçın Bayer tarafından yönetilen "Söz Milletin" köşesinde yer aldı (mektubun sahibi, Aydınlık Türkiye Partisi Genel Başkanı Ahmet Bican Ercilasun):

"TÜRKİYE'nin ABD ile stratejik ortak olduğu ileri sürülüyor ama yürütülen müzakerelerde müttefikler arasında ortaklığın gerektirdiği eşitlik asla düşünülmüyor. Türkiye bağımsızdır ve müttefikleriyle eşit bir ülkedir; bunun böyle olduğunu da göstermelidir.

"ABD askeri Bağdat'a doğru yürürse, Türk askeri de Musul'a, Erbil'e, Kerkük'e doğru yürür. ABD askeri, Umm Kasr kalesine bayrak çekerse Türk askeri de Kerkük kalesine bayrak çeker. ABD, Irak'a yeni bir düzen vermek iddiasında ve ordularıyla Irak'a girerek bunu gerçekleştirmek niyetinde ise Türkiye de ordularıyla Irak'a girmek ve yeni düzene karışmak hakkına sahiptir. Türkiye, stratejik ortaklığı böyle anlamalı ve böyle uygulamalıdır. Bunun için de kimseden izin alma ihtiyacı duymamalıdır."

Şimdi bu nedir? Bölüm editörü, aslında katılmadığı değerlendirmeyi, "söz özgürlüğü" nedeniyle mi almıştır sayfaya? (Mektup, sekiz parçalı sütunun en tepesine yerleştirilmiş.) Yoksa, kendisi de mi bu görüştedir? "Yeter söz milletin"de hangi "millet"in sözlerine yer verildiğini gayet iyi biliyoruz. Bu durumda, editörün de kendisini bu görüşe yakın hissettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bu durumda ne söylenebileceğini de, doğrusu bilemiyoruz... (A.G.)

'Saddam ayısı' değilmiş, rakip basket takımıymış!

İskenderun limanında bir Amerikalı askerin gerçekleştirdiği tek kişilik gösteri, 23 Mart tarihli bazı gazeteler tarafından haberleştirildi. Bu "savaş magazini", Habertürk açısından tam bir habercilik fiyaskosuyla sonuçlandı. İsterseniz önce Hürriyet ve Vatan'ın versiyonunu, Hürriyet'ten aktaralım:

"Askeri araç ve malzemelerin indirildiği İskenderun Limanı, dün en ilginç günlerinden birini yaşadı. C Kapısı yakınında, TCDD'ye ait terk edilmiş binanın çatısında bekleyen gazetecilere doğru bir ABD'li asker yaklaştı. Önce ıslık çalarak, gazetecilerin dikkatlerini üzerine çekti. ABD'li asker daha sonra kolunun altına sıkıştırdığı (...) pankartları sırasıyla açtı. (...) Gazetecilerin araştırması sonucu, ABD'li askerin bir basketbol takımının fanatik taraftarı olduğu ortaya çıktı. "'UofA' yazısının Arizona Üniversitesi'nin (University of Arizona) kısaltılmış adı olduğu, 'LUUUUTE' kelimesinin de üniversite basketbol takımı Wild Cats'in (Vahşi Kediler) antrenörü Lule için yazıldığı anlaşıldı. 'MUST BE MARCH' ile bu ay içinde yapılacak final maçını kast ederek takımı için 'Yürümeliyiz' sloganı atan askerin diğer pankarttaki 'GO CATS!! BEAR DOWN' yazısının da 'Bastırın vahşi kediler, ayıları ezin' sloganı olduğu ortaya çıktı."

Durum böyle... Şimdi de Habertürk'ün "olsa olsa" metoduyla vardığı sonuçlara bakalım... Habertürk, fotoğraflar üzerine yerleştirdiği kısa açıklamalarla, pankartların "Hadi aslanlar Saddam ayısını devireceğiz" propagandası için üretildiğini iddia ediyor. Açıklamalar şöyle:

Birinci fotoğraf: "U ve A'ya dikkat... United States of America'nın kısaltılmışı..."

İkinci fotoğraf: "Amerikan bayrağındaki mavi ve kırmızıya dikkat... Salute'nin kısaltılmışı: Zafer bizim..."

Üçüncü fotoğraf: "U ve A'ya dikkat... Ezip geçeceğiz..."

Dördüncü fotoğraf: "Hadi aslanlar, Saddam ayısını devireceğiz..."

Nasıl, eğlenceli değil mi? "Özgür" gazetecilik, biraz da özgürce uydurmak anlamına geliyor galiba... (A.G.)


25 Mart 2003
Salı
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED