AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Maşallah devrimci... Maşallah yurtsever...

İlginç tepkiler alıyorum... Bizzat Atatürk tarafından kavramsallaştırılan "Ulusal Savunma" konusunda kemalistlerin ne düşündüğünü sormuştum, hatırlayacaksınız.

Hani, Mustafa Kemal, Falih Rıfkı Atay'a dikte ettirdiği hatıralarında Alman ordusuyla imzalanan askeri anlaşmaların devletin sonunu nasıl getirdiğini, Birinci Dünya Savaşı boyunca "İttihat ve Terakki hükümeti"nin başımıza sardırdığı Alman generalleriyle nasıl boğuşup durduğunu anlatıyordu ya...

Kendilerini "ilerici", "yurtsever", "kemalist" sıfatıyla taltif eden arkadaşlarımız, bu örnekten yola çıkarak, Amerika ve İsrail'le yaptığımız askeri anlaşmaları değerlendirebilirler miydi? Ve de bunu "ulusal savunma" konsepti içinde nereye oturtuyorlardı?

Bir yere oturtmuyorlarmış.
Niye?
Böyle bir şeyi düşünmemişler.

Gerçi haklı olabilirmişim ama, Atatürk dönemi şartlarına, dünya konjonktürüne filan bakmalıymışım.

Ben de Atatürk dönemi şartlarına ve dünya konjonktürüne bakıyorum, "yabancı el"in işin içinde olduğu ulusal savunma anlayışının, "fevkalade aleyhimize" sonuçlar doğurduğunu görüyor, hissediyorum.

28 Şubat sürecinde imzalanan askeri anlaşmalar örneğin...
Bir bölümü İsrail'le yapılmıştır.
Gizlidir.
Gizli olması da gerekir belki...
Ama, parlamento denetimi dışındadır.
Niye?

Türk milleti, kendi adına imzalanan anlaşmaları bilmek, "kazanım" ve "taviz"lerden haberdar olmak hakkına sahip değil midir?

Bu anlaşmaların niçin aleyhimize sonuçlar doğurduğunu belki ilerleyen zamanlarda daha ayrıntılı yazarım; çünkü bu konuları tartışacak "demokratik olgunluğa" henüz sahip değiliz.

Şuna "korkuyorum" desene.
Korkuyorum, evet...
Netameli konular bunlar.

Ama, kemalizmi "lumpen ideolojisi"ne dönüştürenlerin tepkisi daha korkutucu.

Kendilerine bir amaç, bir hedef, doğru dürüst bir gelecek sunulmamış, ancak şoven duyguları okşandığında harekete geçen yığınlar...

Bir sürü küfür maili alıyorum.
Hepsi de devrimci arkadaşların...
Hepsi de, maşallah, yurtsever...

Tam da yurtseverliklerini sergileyecekleri, kemalist reflekslerini harekete geçirecek zamanları idrak ediyoruz oysa...

Ama onlar, "büyük müttefikin iğvası"na karşı "kuva-yı milliye ruhu"nu hatırlatanlara küfretmeyi tercih ediyor.

Kendileri bilir.
Aklı başında mailler yok mu?
Olmaz mı?
Tek tük de olsa çıkıyor...
Doğan Çelebi'nin mesajı örneğin:

"Madem Mustafa Kemal bazı şeyleri gerçekten doğru yapmış, neden buna laikliği dahil etmiyorsunuz?"

Etmiyoruz...
Etmiyorum...

Çünkü "laiklik" de, tıpkı "çağdaşlık" kavramı gibi sonradan yozlaştırılmış, Millî Şef İnönü'nün de yaratıcı katkılarıyla (neredeyse) "din karşıtlığı"na indirgenmiştir.

Oysa laiklik, "görgü dikte etmek, insanların hayatına norm koymak, zamanın şartları ve gereklerine göre nasıl yaşayacaklarını belirlemek" değil, kamusal alanı pozitif akla göre tanzim etmek, farklılıkları ve karşıtlıkları birarada, "barış içinde" yaşatmaktır.

Bizde tam tersi oluyor...


25 Mart 2003
Salı
 
MEHMET E. YAVUZ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED