T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
İşte "Adam"

Bildiğiniz bir sahne ile başlayalım: Öğretmen, sınıfta bir soru sorduktan sonra, kimlerin cevaplamak istediğini görmek ister. Birkaç öğrenci parmak kaldırır. Sırayla cevap verirler.

"Bu konuda sen ne düşünüyorsun?" diye bir başka öğrenciye seslenir öğretmen.

Çocuk ayağa kalkar. Yeterince hazırlıklı değildir. Söyleyecek sözü de yoktur belki. Şu şekilde bir cevap dökülür ağzından:

"Ben de arkadaşlarıma katılıyorum hocam."

Şimdi, ben de kendimi o öğrenci gibi hissediyorum.

Burada okuduğunuz ve okuyacağınız bütün arkadaşlara katılıyorum, öncelikle bunu belirtmek isterim.

Konu Mustafa Kutlu olunca, hakkında olumsuz bir tek cümle bile yazılamayacağını düşünüyorum çünkü.

İlkin hikâyeleriyle tanıştım. İnsanı hemen sarıveren, içten, sıcak hikâyelerdi. Yanıbaşında oturmuş da anlatıyormuş kadar sıcak ve yakın.

Sonra Ankara'da bir kitapçıda Dergâh dergisiyle ve nihayet İstanbul'da 'Erenler' ismiyle meşhur Çorlulu Ali Paşa Medresesi'nde bir ikindi sonrası kendisiyle karşılaştık.

Söylemeye lüzum var mı bilmem, tam bir sohbet erbabıdır Mustafa Abi. Sanki çok önceden tanışıyormuş da yıllardan beri görüşememiş iki ahbap gibiydik, daha doğrusu abi kardeş gibi.

Erenler'de, İLESAM Lokali olarak bilinen Sinan Paşa Medresesi'nde, Kubbealtı'nda, Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi olan Kızlarağası Medresesi'nde birbirini takip eden dönemlerde arada bir buluşuyor yahut mutad karşılaşmalarla, kendiliğinden oluşan çaylı kahveli sohbet halkalarında laf lafı açıyordu.

Pek çok konuda konuşabilirsiniz Mustafa Kutlu'yla. Sanat, edebiyat, resim, müzik, sinema, futbol zaten özel ilgi alanlarıdır. Meselelerin sosyal boyutları ise, onun perspektifinin en yalın ifadesi.

* * *

İşsiz dönemlerimden birinde "Yahu gel gözünü seveyim bana yardım et" demez mi? "Ben bu bilgisayar işinden hiç anlamıyorum. Dergiyi yetiştirmemiz lazım. Bizim eleman çekti gitti, işler ortada kaldı. Biliyorsun Hakkı Baba da asker şimdi... Ne dersin?"

Ne denir, "Allah" derim!

Hatta "Ya Allah" deyip, ardından "Bismillah"la başladık işe.

Sonrası ise malum: Allahuekber!

Bilgisayardan anlamadığını laf olsun diye söylediğini sanmıştım. Değilmiş. Elini bile sürdüğünü görmedim hiç. Emektar daktilosuyla yazar yazacağını.

Birkaç ay Dergâh'ı beraber hazırladık. O editörlüğünü yaptı, ben "mac" işlerini. Yazılar şiirler dizilir, çıkış alınır, Mustafa Abi eski usül kesme-yapıştırma (pikaj) yaparak sayfaları çatar.

Bir gün işler uzadı. Tashihi yapalım, şunu da ekleyelim, bu nasıl oldu, istersen değiştirelim, şu şiir daha iyi duracak vs derken, Çemberlitaş'taki Dergâh bürosunda kim varsa teker teker çıktı. Sevgili patron Ezel Bey de gitmişti. Biz daha devam ediyoruz. Maksat yarına sarkmasın. Dergiyi tamamladık, baskıya hazır hale geldi. "Haydi gidelim artık, bugünlük bu kadar yeter!"

Tamam gidelim de nasıl? Bina kapısını kapıcı dıştan kapatmış ve çekmiş gitmiş. İçeride çalışan olduğunun farkında değil. Bir de zincir dolamış üstüne. Çıkabilirsen çık!

Tekrar üst kata çıkıp pencereden gelen geçenlere bakmaya başladık. Esnafın çoğu kapatmış, sokak sakin.

"Heey!.. Hoop!.. Baksana birader!.."

Sokağın karşı tarafındaki çaycıydı galiba, gitmek üzereyken duyduğu sesler üzerine önce sağa sola, arkaya bakmaya başladı ve nihayet yukarılara bakınca bizi gördü.

"İçeride mi kaldınız Mustafa Bey?"

"Yok aslında dışarıdayız da içeride kalmış numarası yapıyoruz" demek geliyor insanın içinden ama sırası değil. İlerideki inşaattan kalaslardan yapılmış uyduruk bir merdiven bulup getirdi de pencereden dışarı çıkabildik.

* * *

Öyle adamlar vardır, bir şey söyler, söylediği iyi de olsa, acaba ne demek istedi diye düşündürür. Mustafa Kutlu onlara hiç benzemez. Ne demek istiyorsa onu söyler. Olduğu gibidir. Bu yüzden eleştirse bile hoşunuza gider, kırmaz çünkü.

Eğer birisi onu eleştirecek olsa, ki haksız eleştiri olduğunu aynı kişi çok sonradan kabullense bile, güler geçer Mustafa Kutlu. Pişmanlık duyduğundan yüzüne bakamayanlara bile "Yahu gel kaçma, boşver!" deyip, eliyle de bir kavis çizer ki havada, engin gönlünü o zaman hissedersiniz.

Kimseyi kırdığını, kimseye kırıldığını, gücendiğini, küstüğünü göremezsiniz.

Hikâyeleri nasılsa, hayatı da öyledir üstadın.

Hikâyesi, Türk hikâyeciliğinde nasıl önemli bir duraksa, bir dönüm noktasıysa, kendisi de bu millet için en önemli adamlardan birisidir. Acırım ondan habersiz olanlara. Ve onu tanımaktan, dostluğuna mazhar olmaktan şeref duyarım.

(Mustafa Kutlu Kitabı'ndan)

RESSAM KUTLU

Yıllarca ara verdiği resme 98'de tekrar başladı. Yağlı boya çalışıyor. Bitirip dostlarına hediye ediyor.

Bir gün gazetedeki masamda bir paket buldum. İçinde bir tablo ve üzerinde bir not:

"Mehmetçiğim,

Bu resimde siyah ağaçlar var. Sorarlarsa 'Yahu bu ağaçlar niçin siyah' diye, cevap şu: 'Çünkü bunlar Karaağaç.' (Karaağaç: Bir ağaç türü. Ülkemizde mebzul miktarda vardır.)

Sevgiler, M. Kutlu"

Ben de kendisine bir boş tuval hediye etmiştim. Beyaz astarı çekilmiş bir tuvaldi. Ve onun yazdığına benzer bir not yazmıştım. Fakat şimdi hatırlamıyorum ne yazdığımı. Hem, üstadın yazdıkları karşısında benim yazdıklarımın ne önemi olabilir ki!..

Biliyorum, müsaade etmez ama, bu vesileyi fırsat bilerek, ellerinden öperim sevgili Mustafâbi'nin.

Allah ona uzun ve bereketli bir ömür versin.


20 Aralık 2001
Perşembe
 
MEHMET ŞEKER


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED