T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

R Ö P O R T A J
1. bölüm
Gerçekler herkesi memnun etmiyor!

Araştırmanın tek hedefi toplumsal gerçeği iyi yakalamaktır; ancak Türkiye'de gerçekler herkesi aynı derecede memnun etmiyor, hatta rahatsiz edici olabiliyor. Oysa, bilmenin kimseye zararı olmaz, aksine herkese faydası olur; yanılgılardan, yanlış stratejilerden ve planlardan korur.

Araştırma sektörünün merkezi İstanbul olmasına rağmen ANAR Ankara'da parladı ve sektörün neredeyse lokomotifi haline geldi. Bu nasıl oldu?

Araştırma sektörü, Türkiye için nispeten yeni olmakla birlikte, oldukça mesafe almıştır. Şu anda ülkemizde ciddi araştırmalar yapan kuruluşlar mevcuttur. Çok güzel ve faydalı araştırmalar yapılmaktadır. Bunun sonucu olarak, mal ve hizmet sunan kuruluşların da araştırma talepleri artmakta, toplumun tutum ve tercihleri önemsenmektedir. Özel sektör bu konuda öncülük yapmaktadır denilebilir. Özel sektör kendi alanını korumak için araştırma kuruluşlarının yardımını almaktadır. ANAR Ankara Sosyal Araştırmalar Merkezi Ankara'da kuruldu, zaten açılımı da Ankara Sosyal Araştırmalar Merkezi'dir. Bunun bir nedeni, biraz da çalışma alanımızın sosyal ve siyasal araştırma ağırlıklı oluşu. Yani, ANAR sadece bir araştırma kuruluşu değil, think-tank özellikleri de taşıyor. Bu tür çalışmaların merkezi de, genelde, başkentlerdir. Gelen taleplere göre değişik konularda araştırmalar yapmaktayız. Bunlar arasında siyasal araştırmalar, şirketlere ürün, pazar, imaj ve müşteri memnuniyeti araştırmaları sayılabilir. Müşteri talebine bağlı olmaksizin, kendimizin iki yıl önce başlattığı Aylık Türkiye Gündemi Araştırması ise periyodik araştırmamızdır. Bu araştırma, kuruluşumuzu tanıtmada ve kanaat oluştururken toplumsal verilerin önemsenmesinde faydalı olmuştur. Örneklemi daha küçük tutulan ve şu anda abone sistemiyle sürdürülen bu araştırma dizisinin maliyeti büyük oranda şirketimizin kendi kaynaklarından sağlanıyor.

Araştırmalarınızın her kesimden insanların ilgisini çekmesini neye bağlıyorsunuz? Bilgi açlığı mı var bu ülkede?

Gerçekten de aylık araştırmalarımızın paylaşıldığını ve çok değişik kesimler tarafından ilgiyle izlendiğini biliyoruz. Son derece olumlu tepkiler alıyoruz. Önemli karar mercilerinin değerlendirmelerinde verilerimizin kullanıldığını görmek ve duymak bizim için bir gurur kaynağı. İlgi görmesinin sebebi, ülkemizde ilk defa böyle bir uygulama yapılması. Kısa aralıklarla yapılan uzun soluklu bu araştırma dizisiyle toplumsal bilgiye talep kısmen de olsa tatmin edilmiş, sonuçta tüm kesimlerin takdirini kazanmış ve ilgisini çekmiştir.

Toplum, araştırmaları hep ilgiyle izler ama merak edilen de arkasında ne olduğudur. Siz de zaman zaman bu konuda eleştiriliyorsunuz. Araştırmalar ne kadar bilimsel ve güvenilir?

Toplumsal araştırmalarda metodoloji çok ince bir konudur. Böyle bir söyleşi ortamında detaya girmek pek mümkün olmasa da kısaca şunlar söylenebilir: Araştırmanın değeri ve verilere güvenilirlik tamamen metodolojik hassasiyete bağlıdır. Uygulamalı sosyoloji benim alanımdır. Sosyoloji bölümlerinde öğrencilere geniş şekilde araştırma metodolojisi anlatılır, araştırma yöntem ve tekniklerindeki bilimsel titizlik öğretilir. Çünkü toplumsal araştırma ve analiz ancak bu titizlikle mümkün ve anlamlı olur. Bu titizlik gösterilmezse o araştırma verileri çöpe atılabilir. Anket tekniğinin kullanıldığı toplumsal araştırmalar da, yüz yüze mülakatlarda konu tespitinden ve planlamasından itibaren yapılacak çalışmalar; mesela soru formatının düzenlenmesi, soruların oluşumu, uygulanacak örneklemin belirlenmesi, anketörlerin özellikleri ve alan denetimi gibi konular sofistike boyutlardır, çok rafine metodolojik titizliği gerektirir. Sosyal araştırma bir sanat eseri gibi ince bilimsel örgüyü, metodolojik dokumayı gerektirir. Toplumsal araştırmalar- da tek amaç, araştırılan konularda toplumun veya hedef kitlenin tutum, görüş, yaklaşım ve tercihlerinin en az hata payı ile tespit edilmesidir. Bütün araştırma kuruluşlarının yapmaya çalıştıkları da budur, başarı buna bağlıdır. Bu titizlik gösterilmeden elde edilebilecek yanlış veri ve analiz bu toplumsal verileri kullanarak strateji oluşturacak olanları (kurumlar, yöneticiler, siyasetçiler, şirketler, yerel yönetimler vb.) sadece yanıltır, yanlış stratejilere yöneltir, başarısızlık getirir. Hiçbir çalışmaya fayda vermez, aksine zarar verir. Yanlış toplumsal veriler üzerine sadece yanlış stratejiler oluşturulur. Yani, araştırma büyük sorumluluk ve meslek ahlakı gerektiren bir iştir. Her araştırma kuruluşu bunu bilir ve çaba gösterir, sonuçta az ya da çok hata payı olabilir, ancak bilerek yanlış veri sunmayı hiçbir araştırmacı yapmaz, bu tamamen meslek dışı bir ahlaksızlık, bir yalancılıktır. ANAR olarak biz de toplumsal veri sunmanın hassasiyetinin bilincindeyiz. Bu güveni oluşturmak için büyük çaba gösterdik, bu titizliğimiz sürüyor. Ülkemizde toplumsal araştırmanın zorluklarını biliyoruz. Araştırmalar da problemli noktaları tekrar tekrar çalışıyoruz. Denetleme mekanizmasını çok önemsiyoruz, en küçük tereddüdümüz olursa o veriyi iptal ediyor veya o alanı yeniliyoruz. Ancak, şunu da ifade etmek gerekir, bu sektör ülkemizde nispeten yeni sayılır, kurumlaşma yeni oluşmaktadır. Geçmişte, araştırmaların özellikle seçim dönemlerinde yanlış bir şekilde kullanıldığı olmuştur çünkü seçim ortamında siyasi tutum araştırmalarının spekülatif kullanılma özelliği vardır, güven sarsıcı örnekler görülmüştür. Bu örnekler araştırma sektörünü de yaralamıştır. Bugün ciddi araştırma kuruluşları bu konuda büyük hassasiyet göstermektedir. Aksi takdirde, araştırma kuruluşlarının açık toplumlarda çok önemli olan toplum görüşünü yansıtma işlevi zarar görecektir.

Anketlerde kamuoyu için en önemli konu siyasi durum... Bir seçim araştırmasında en isabetli sonucu almak için kaç kişiyle görüşmek gerekiyor?

Öncelikle şunu belirtmeliyim, örneklem tespitinde sayıdan daha önemli olan araştırmanın kapsam ve konusuna göre, coğrafyayı veya evreni en iyi temsil edecek şekilde bir örneklem haritasının çıkarılmasıdır. Sağlıklı veri elde edilmesi en fazla buna bağlıdır, yani örneklem işleminin doğru yapılmasına. Bu konuda çeşitli çalışmalar vardır, bizim de ANAR olarak ülke geneli ve iller için çıkarılmış örneklem haritalarımız vardır. Örneklem konusunda değişik yöntemler uygulanır. Örneklem sayısı, yani araştırmanın kaç kişi üzerinde uygulanacağı konusunda ise; araştırmanın konusu önemlidir. Biz, ANAR olarak ülke geneli için bölge temsili esasına göre 20-24 il ve 3500 kişi alıyoruz. Aylık Türkiye Gündemi araştırmalarımızda genelde her bölgeyi temsil özelliğine sahip bir il, yani toplamda yedi il ve araştırma başına ortalama 1500 kişilik bir örneklem kullanıyoruz.

ANAR olarak, Ak Parti'ye yakın bir kuruluş olmakla ve bu parti adına araştırmalar yapmakla suçlanıyorsunuz. Doğru mu bu?

İzin verirseniz bu konuya birkaç noktadan bakmak isterim, bu sadece bizi değil, araştırma sektörünü de ilgilendiren bir konudur. Önce şunu belirteyim, ANAR bağımsız bir araştırma kuruluşudur, bir limited şirkettir. Şahıslarımızın da hiçbir siyasi parti ile ilişkisi yoktur. Değişik partilerde dostlarımız vardır, Ak Parti'nin üst yönetiminde de yakın dostlarımız ve dostluklarımız vardır. İkinci olarak, birçok araştırma kuruluşu gibi, biz de siyasi partilere iş yapıyoruz. Her siyasi partiye çalışma yapabiliriz, daha doğrusu yapmak da isteriz. Çünkü bu bizim işimizdir. Ancak, ilginç bir şey söylememe müsaade edin, henüz Ak Parti'ye bir tane bile araştırma yapmadık. Öte yandan, Ankara'daki bir araştırma kuruluşu için siyasi partiler en geniş iş potansiyeli olan alandır. Hatta, bu tür kuruluşlar, siyasi partiler için sadece kamuoyu yoklamaları değil, her türlü doküman, metin ve strateji çalışmaları da hazırlarlar. Biz ANAR olarak 1999 seçimlerinde bu tür çalışmalar yürüttük. Şu anda da hangi partiden olursa olsun böyle bir talep gelirse yürütebiliriz, bu bizim çalışma alanımızdır. Üçüncü olarak ise, bu tür çalışmalar yapan kuruluşların sahiplerinin veya yöneticilerinin siyasi bir görüşünün veya eğiliminin olmayacağı yönünde bir kural yoktur, onların da siyasi düşünceleri olması normaldir. Önemli olan, bu işleri yapanların iş ciddiyeti ve meslek ahlakına sahip olmalarıdır. Her işte olduğu gibi, bu işte de iş ahlakı, kendine ve işine saygı ve değer verme ön planda gelir. Hatta, ülkemizde değişik siyasi partilerin üst yönetiminde görev alan araştırma şirketi yöneticisi ve sahipleri de vardır. Bu ilişki, onların kuruluşlarının çalışmalarına bir kuşku getirmemiştir, getirmemelidir de. Aksine, bu örneklerden bir kuruluşun araştırmalarına ben şahsen çok değer veririm, kalitesine çok güvenirim, halen de öyledir Bu konulardaki dar ve küçük bakış, basit yaklaşım ve önyargılar çok üzücüdür. Bazen düşünüyorsunuz, insanları suçlamak da sorumluluk isteyen bir iş ama, acaba diyorsunuz bu tür kolay ve ucuz suçlamaları yapanlar kendi işlerine böyle mi yaklaşıyorlar, böyle mi çalışıyorlar, kolayca doğruları feda mı ediyorlar, eğip-büküyorlar mı, birilerini yanıltıyorlar mı, bu sebeple mi başkalarını kolayca itham edebiliyorlar? En azından, muhataba hiç sormadan, öğrenmeden peşin yargılarla ve yapılan çalışma ile hiç ilgisi olmayan gerekçelerle itham ve iftira yazısı yazanların iş ciddiyetine de sahip olmadığını düşünüyorum: Kendi işine saygısı olmayanların başkasını suçlaması da çok kolay oluyor galiba.

Sizi hedef alan yazılar da oldu...

Evet şahsımla ilgili bu yönde bazı kişiler itham edici yazılar yazdılar, bir telefonla bilgi isteseler, sorsalardı, doğru bilgileri verirdik, doğru bilgiler üzerine istediklerini yazabilirlerdi. Hiç ilişkimiz olmayan kişiler, adeta bir düşmanlık içinde gerçekle hiç ilgisi olmayan şeyler yazdılar, niçin yazıldığını da anlayamadık. Yazılanların kuruluş ve çalışmalarımızla da ilgisi yoktu. Şahsımla ilgili gerçek dışı şeyler, mesela 20 yıl önce Erzurum Atatürk Üniversitesi'nde öğretim üyesi iken pasaportsuz İran'a gitme gibi anlamsız şeyler. Oysa, o dönemde İran'a yalnızca bir kez ve o da üniversitenin görev izni ile gitmiştim. Polemik insanı değilim. Bu kişiler kendileri araştırmayınca, küçük işlerle uğraşan birilerinden gelen bu tür yanlış haberlere dayanarak yazı yazınca, arayarak düzeltme gereğini dahi duymadım, yargı yolu ile çözümlemeyi tercih ettim.

2. bölüm: Seçmeni tavlamak artık kolay değil


 
PROF.DR. BEŞİR ATALAY
Beşir Hoca'nın işi, Türkiye'yi araştırmak!
Prof. Beşir Atalay, 1947'de Keskin'de doğdu. 1970 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Avukatlık stajından sonra görevine Erzurum Atatürk Üniversitesi'nde sosyoloji asistanı olarak başladı. Doktorasının ardından, iki yıl ziyaretçi öğretim üyesi olarak Michigan Üniversitesi'nde çalıştı. 1979 yılında döndükten sonra tekrar aynı üniversitede çalıştı, 1983 yılında sosyoloji doçenti oldu. Esas çalışma konusu toplumsal değişme olan Atalay'ın akademik kariyeri ve emeklilik sonrası hayatı da sürekli araştırma içinde geçti. 1985 yılında, Özal döneminde DPT'ye geçti, burada önce bir yıl AET Dairesi, sonra altı yıl Sosyal Planlama Araştırma Dairesi Başkanlığı'nı yürüttü. DPT'de geniş kapsamlı, ülke genelinde toplumsal araştırmalar yapılmasında rol aldı. 1992 yılında tekrar üniversiteye döndü ve aynı yıl yeni kurulan Kırıkkale Üniversitesi'ne kurucu rektör olarak atandı. Beş yıl bu görevi yürüttükten sonra emekli oldu ve şu anda ANAR'ın koordinatörlüğünü yapıyor.

KARARSIZ ÇOKTU AMA KRİZDEN SONRA 'HİÇBİRİ' DİYENLER ÇIKMAYA BAŞLADI
Sizin araştırmalarınızın bazen yüzde 50'ye varan bölümü "kararsız" ve "hiçbirisi" bloklarindan oluşuyor. Bu oranlar biraz yüksek değil mi?
Haklısınız. Özellikle Şubat ayında ekonomik krizin patlak vermesinden itibaren mevcut siyasilere olumsuz tepki arttı, hatta biraz kızgınlığa dönüştü denilebilir: Diğer araştırma verilerimiz de bunu gösteriyor. Bu kızgınlık "hiçbiri" şeklinde bir tepkiyi geliştirdi. Bilirsiniz, önceleri araştırma tablolarında böyle bir seçenek yoktu. "Kararsız" veya "cevapsız" seçenekleri bu anlamda olurdu. Son iki yıl içinde yaptığımız araştırmalar sürecinde, toplumun bu yöndeki tercihi bizi böyle bir seçenek oluşturmaya zorladı diyebilirim.
Zorlasanız da rengini belli etmiyor mu?
Zorlama değil ama devam eden direkt veya dolaylı sorularla eğilim tespitine çalıştığımızda da, mesela, "yakınlık duyduğunuz parti hangisidir" gibi sorular sorduğumuzda, yine fazla açılım sağlanamadı. "Hiçbiri" ısrarı büyük oranda sürdü. Biz, bu yıl içinde artan bir trend gösteren "hiçbiri" ve normal seyreden "kararsız" tercihlerini partilere dağıtmıyoruz, olduğu gibi veriyoruz, böyle daha anlamlı buluyoruz. Hatta böyle bir dağıtımı sakıncalı buluyoruz, çünkü yanıltıcı olabileceğini düşünüyoruz. Mesela, "hiçbiri" tercihi ANAR'ın, Kasım 2001 Türkiye Gündemi Araştırması'nda yüzde 26.1 oranındadır. Bunu partilere şu andaki oyları oranında dağıtmak yanlış olabilir. Çünkü, bu yüzde 26.1'in kaynağı, geldiği yer çok önemlidir. Yani, bu yüzde 26 son genel seçimde hangi partilere oy vermiştir, bu bilinmelidir. Kasım Gündem Araştırması'ndaki partiler arası oy kaymalarına bakıldığında, 1999 Genel Seçimleri'nde DSP'ye oy veren seçmenin yüzde 47.9'u bugün "hiçbiri" demektedir; bu oran MHP'de yüzde 20, ANAP'ta yüzde 33.3, DYP'de yüzde 16.5, CHP'de yüzde 21.6, kapatılan FP'de yüzde 5.6, geçen seçimde oy vermeyenlerde yüzde 42.7'dir. İşte bu yüzde 26.1'lik "hiçbiri" tercihi bu karmaşık oranlardan oluşmaktadır. En yüksek oranın DSP'den geldiği görülmektedir. Bu karmaşık yapıdan gelen oranı basit sistemle partilerin bugünkü aldığı tercih oranında dağıtmanın yanlışlığı ortadadır.
17 Aralık 2001
Pazartesi
 
 
Künye
Temsilcilikler
Reklam Tarifesi
Abone Formu
Mesaj Formu
Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED