T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Boş bir kafayla....

Boş bir kafayla pencerenizden dışarıya ve mesela sokağa veya apartmanınızın arka bahçesine bakıyorsunuz. Oralarda bir takım şeyler görüyorsunuz. Boş bir kafayla, bu demektir ki, gördüğüne bir anlam yükleme maksadı olmadan yöneltilen bakışın gördüğü şeyler o gözün sahibine ne söyler? Hiç! Hiç bir şey söylemez. Karşı kaldırımda kocaman koliler halindeki yükünü boşaltmakta olan bir nakliye şirketinin kamyonu çevresinde olup biten hareketler, sanki bir doğal olayın kendiliğinden akışması türünden bir olay gibi görünüyor. Arkasında bulunduğunuz pencerenin camı, sizi, dünyadan yalıtan bir fanus işlevini görüyor. Dünyadan kopmuş, yalıtılmış, soyutlanmış bir durumun içine gömülmüş duruyorsunuz. Bahçenin orta yerine bırakılmış olan o kum ve kireç karışımı cüruf da neyin nesi? O cürufu kim boşaltmış olabilir? Aslında bu bir soru değildir. Çünkü söz konusu ilginin gerçekten yöneldiği, gerek soru olarak gerek sorunun içeriği olarak ortada kimse yoktur.

Muhatapsız bir soru olma değeri taşımaz. Bu yüzden o cürufu kimin döktüğü hususuna ilişkin bir bilgi gölgesi kafadan şöylece, aynen bir gölge etkisiyle gelip geçer: kimseyi rahatsız etmeyen, kimseyi harekete sevketmeyen bellisiz bir gölge, milyarlarcası arasında yalnızca minicik bir yakamoz kırıntısı.. o kadar. Durum böyleyken önünüzde duran gazetenin sayfalarını da, inşallah bana değil havasıyla çevirebilir, bazı fotoğraflara seri nazarlar atfedebilirsiniz. Bazı başlıkları okuyabilirsiniz. Gene cinayetler işlenmiştir, hırsızlıklar yapılmıştır, hükümetin ileri gelenleri iktisadî durum üzerine görüşlerini belirtmiştir.. bunların hepsi, yan duvarın kovuğu kadar uzağınızda ve ilginizin dışında yer almaktadır. Ve gene bir haber başlığı: "Rosenberg'ler suçsuzdu, asıl suçlu benim." Bir iki silik fotoğraf, sonra gülümseyen bir kelle. Rosenbergler de kim ola? Adı David olan kişi, bir itirafta bulunmuş: yaklaşık elli yıl önce (1953), ABD'de Sovyetler hesabına casusluk yaptıkları iddiasıyla elektrikli sandalyede idam edilen karı koca Rosenbergler, meğer masummuş. Onlara iftira eden David, bunu şimdi itiraf ediyormuş. Yıllar öncesinde olup bitmiş bir olay, hele boş bir kafayla bakıldığında, bu gün, basit bir gazete haberi değerine düşürülmüş oluyor. Ama hadi biraz toparlanın, biraz olayın içine girmeye çalışın. Düşünebilir misiniz? Düşünebiliyor musunuz? O mahkeme aylarca, belki yıllarca sürdü. Şimdi üzerinden yıllar geçtikten ve her şeyin üzeri külle örtüldüğü sanılan bir anda, birden bir adlî hata durumuyla karşılaşıyorsunuz. Hadi silkelenin! Uyuşukluğu atın!

O iki insan, ölüm korkusuyla -ki bu, bir gün öleceğim korkusu değil; onu aşıyor, arkada bırakıyor: bu, idam edilecek miyim korkusu, doğal ölüm korkusuyla karışılaştırılamayacak bir şey: vahidi kıyas yok arada- aylarca yaşadılar. Ve idam edildiler. Sonra onları ölüme sevkeden kişi -ki aynı zamanda kadının kardeşi oluyormuş, yani kardeşini ve eniştesini iftira etmek suretiyle ölüme gönderebilen kişi- şimdi şunları söylüyormuş: "Ben ailesini sırtından vuran bir casus olabilirim, ama umurumda değil. Geceleri gayet rahat uyuyorum. Onlar kendi aptallıkları yüzünden idam edildi." Niye? Çünkü o suçunu itiraf etmiş, ama ötekiler (idam edilenler) suçsuz olduklarını iddia etmişler! Suçsuzum dedikleri için idam edilmişler! İmdi, "boş kafa" burada işlevini bitiriyor ve dumura uğruyor. Onları ölüme sevkeden kişi ise kılını bile kıpırdatmıyor, vicdan azabı duymuyor. Boş kafa ne ki, tırlatmak ne ki demez mi insan?


20 Aralık 2001
Perşembe
 
RASİM ÖZDENÖREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED