T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K Ü L T Ü R

Laik-Kemalist kadınları kızdırmaktan korktum!

Arka fonda sürekli yağan karın tebessümü eşliğinde, İslamcısıyla, Kürdüyle, sosyalistiyle, laikiyle, jakobeni ve faşistiyle Türkiye genelinde son 10 yılda yaşanan sorunları Kars özelinde özetleyen Orhan Pamuk'un son romanı 'Kar', ne İsa'ya ne Musa'ya yaranacak türden. Zira romanda herkes yazarın kendine özgü ironik üslubundan nasibini alıyor. Ekranların yüzsüz müdavimleri televole yıldızlarını, birkaç günlüğüne de olsa alaşağı eden Pamuk'la Kar'ın öyküsü ve edebiyat üzerine konuştuk.

Romandaki "İslamcı" karakterleri canlandırırken, kendinizi onlara ne kadar yakın hissettiniz?

İslamcı düşünceler taşıyan insanları inandırıcı kılmam benim için önemliydi. Benim için daha önemli olan şey ise bir İslamcının ve bir jakobenin fikirlerini, savlarını en inandırıcı, en kuvvetli şekilde temsil etmekti. Kitabın siyasi yanlarından biri buydu. Bunu yaparken o fikirlere sahip olan insanlara da bunu inandırıcı kılmak, onu ucuz bir şekilde bir kötülükle, bayağılıkla ilişkilendirmemek, ikna edici olmak gerekiyordu. İslamcılığa hiçbir şekilde sempati duymadım. Bir İslamcıyı, kendi maneviyatını yaşama fikrinden çok geleneksel kültürü McDonald's'ın ya da Hollywood'un tahribatından koruma endişesi taşıyan birisi olarak düşünürsem, kendimi bir İslamcıyla özdeşleştirebiliyorum.

Kar'da İslamcılar ön planda, Kars'ın sahibi Kürtler ise ikinci plandaydı. Ülkemizde sertçe bastırılmaya çalışılan Kürt sorununa, Batı hassasiyetle yaklaşıyor. Bu bağlamda, Kürt meselesini öne çıkardığınız takdirde Türkiye ve Batı arasında bir ikilemde kalacağınızı ve bunun romanınızın yurtdışındaki satışını etkileyeceğini düşündünüz mü?

Beni çok hesaplı biri olarak gösteren kumpaslı bir soru bu. Sorunuzda bir kitabı yazarken çeşitli mekanizmalardan etkilendiğim gibi çeşitli imalar var. Bir defa bu doğru değil, ima ettiğiniz gibi romanlarımı öyle bir hesapçılıkla yazmıyorum. Roman yazarken akılcı hesaplar yapıyorsam; asıl irdelemek istediğim sorunların yeterince dramatize, kahramanların yeterince inandırıcı, kitabın sonundaki olayın yeterince anlaşılır olması içindir. Ama romanlarımı 'Batılı okur ya da Türk okur ne düşünür', 'devlet ne der' gibi hesaplarla kurgulamıyorum. Belki kitaplarımın yurt dışındaki başarısını öngörerek bu tür hesaplamalar yaptığımı düşünenler var. Ama hiçbir yazar bu hesaplarla roman yazmaz. Kitapta Kürtlerin ikinci planda olmasının sebebi Kars'da Kürtlerin ikinci planda olmasıdır. "Kars'da siyasal İslam sorunu da yok, ama bunu öne çıkarmışsın" denilebilir. Ben romanda çok daha evrensel bir sorunu anlatmak istedim. Kürt-Türk milliyetçiliği gibi etnisiteye dayanan yerel bir sorunu değil. Türkiye'de, siyasal İslam-modernlik-Avrupa gibi kavramlardan kaynaklanan evrensel çatışmalar yaşınıyor ve tarihimizin 200 yılına damgasını vuran asıl çatışma da bence bu. Türk-Kürt tartışmaları bence bir demokrasi sorunu. Kendi dilini kullanma, eğitim yapma hakkı verilerek bu tür tartışmalar sona erdirilebilir. Ama medeniyet çatışmasından doğan tartışmalar kolay kolay bitmeyecek.

Kitabınızın İslamcıları kızdıracağını söylemiştiniz. Oysa romanınız İslamcılara olduğu kadar liberalleşen ve sağa kayan solculara da eleştiride bulunmuyor mu sizce?

İslamcıları kızdırma meselesinin abartıldığını düşünüyorum. Kitabı okuyan yakın arkadaşlarım bana "herkes kızacak" dedi. Ben de bunu gazetecilere tekrarladım. Onlar da sözümü kendi mezheplerine göre "şunlar da kızacak, bunlar da" diye abartarak yayınladılar. Herkesin kızacağı bir kitaba, belki de hiç kimse kızmayacaktır. Kitabın böyle bir yanı da var. Ben "Kitabım İslamcıları kızdıracak" gibi bir sözün altını çizmedim. Kitabınız çıktığında onun medyadaki ilk temsilini denetlemek çok zor oluyor. Kitabımın kimseyi kızdırmasını istemem, selametle okunmasını isterim. Ben Karslıların da, başörtülülerin de, Sunay Zaim gibi heyecanlı laiklerin de kitabımı okumasını isterim. Bana kalırsa romanda özellikle başörtüsü sorununa insan ve kadın hakları sorunu olarak baktığım için başörtülülerin hoşuna gidecek pek çok şey var ama ben kimin neyden hoşlanıp hoşlanmayacağını söylemek istemem yine de.

Bir programda, '50 kere de röportaj yapsam tipik bir başörtülü kızı anlatamazdım' dediniz. Kendi hayatınızda karşılığı olmadığı için mi böyle söylediniz?

Evet bundan dolayı öyle söyledim. Onun devamında şunu da söyledim. Ben kitaplarımda tipik, olumlu bir Marksist kahramanı da canlandıramazdım. Çünkü bu insanın elini yakan ahlaki bir konu. Fedakarlıkları yüzünden o insanlara saygı duyuyorsunuz ama o insanları hakiki kılmak da istiyorsunuz. İlla ki bir kahramanı yaratabilmek için onu yakından tanımak zorunda değilsiniz ama onun hakkındaki kendi ahlaki huzursuzluklarınızdan da kurtulmanız gerekir. Başörtüsü mücadelesi verdiği için hırpalanan tesettürlü kadınlar beni bu ikilemde bırakabilirdi. Onun için de onları yaratmak benim için çok zordu. 'Tipik bir başörtülü kızı canlandıramazdım' da demiyorum. 'Kadife tiplemesinde birazcık da olsa başarılı oldum' diye düşünüyorum ama Kadife tam tipik başörtülü bir kız da değil tabii.

Romanınızı yazarken başörtülü okurlarınızın sayısında artış olacağını düşündünüz mü?

Ben bu konuda iyimser değilim. Ön yargılı davranıyor olabilirim. Siyasal İslamcı kesimdeki insanların, kendi seçtiklerinden daha çok bağlı oldukları cemaatlerin okuma alışkanlıklarını takip ettiğini düşünüyorum. Modern, büyük bir şehirde yaşayan ve hiçbir cemaate bağlı olmayan, kendi seçimini yapan insan bana kalırsa, Batılılaşmış kesimde daha çok. İslami kesimdeki okurların kendi cemaatlerine, bir zamanlar sol kesimdeki fraksiyonlar gibi bağlı olduklarını ön yargıyla düşünüyor olabilirim. Kitabım başörtülülerin sorunlarıyla ilgilendiği için başörtülü okurlarımın sayısını arttırabilir. Ama böyle bir beklentiye de girmem. Açıkçası yazarken bu tür beklentilerim de olmadı. Benim için asıl zor olan şuydu: Okurlarımın yüzde 70'ini laik kesimin başörtüsü takmayan, orta sınıf, üniversite veya lise eğitimi almış, türbanlı kadınları anlamaya hiç sabrı ve tahammülü ve de kültürü olmayan kadınların oluşturduğunu düşünüyorum. Kitabı yazarken onların bana kızacağını düşünüyordum. Çünkü laik kesimde kadınlar erkelerden daha Kemalisttirler ve özellikle kadının örtünmesi konusunda kendilerine benzemeyenleri bir tehdit olarak algıladıkları için anlayışsızdırlar. Kitabımın onların anlayışsızlığını zorlayacağını da düşündüm. Ama umutsuz da değilim. Çünkü en sonunda ben olduğum, hikayelerimi güzel anlattığım, insan dramlarıyla ilgilendiğim için kitabımın sevileceğini düşünüyorum.

UTANARAK SÖYLÜYORUM Kİ..

Kara Kitap, Yeni Hayat, Benim Adım Kırmızı ve Kar'da göze çarpan polisiye kurguyu okurun ilgisini çekebilmek için mi kullanıyorsunuz?

Evet özellikle yapıyorum ve utanarak, bunların kitaplarım okunsun diye yapılmış şeyler olduğunu söyleyebilirim. Biraz da polisiye olaydan çok, o ilgiyi kurguyla sağlamaya çalışıyorum. Kar'da da bence polisiyeden ziyade kurgu yüksektir. İlla da bir romanda polisiye kurgu olması gerekmiyor, iyi bir kurguyla da ilgi arttırılabilir. Belki de bunu en bariz şekilde Benim Adım Kırmızı'da yaptım. Kitapta bir kültürün, üslubun bitmesi anlatılıyordu, polisiyeye gerek yoktu ama çok okunsun diye polisiye bir kurgu da kattım romana.

POSTMODERNİST ROMANCI DEĞİLİM

Orhan Pamuk çağdaş insanın Tolstoy'un Dostoyevski'nin romanlarındaki insanlardan çok daha kompleks sorunlarla karşılaşsa da, özü itibariyle yine aynı insan olduğu kanısında. Yazar, tarih, bugün, geçmiş gibi kavramlara bakış açısı, anlatım yollarının birbirine daha kolay eklemlenebilmesi, inançların göreceliği, mutlak gerçek olmaması gibi yaklaşımları açısından postmodernizmden etkilendiğini ancak Türkiye'de postmodern edebiyatın öncülüğünü yapmak gibi bir iddiasının olmadığını söylüyor. Pamuk, romanlarında teknolojik devrim, makinalaşan insan, yabancılaşma, tüketim toplumu gibi modernist edebiyatın ilgilendiği konulara ağırlık vermemesini ise şöyle açıklıyor: "Bunlar bizde hiç olmayan, Batı toplumlarından edinilmiş sorunlar. Bizim sorunumuz bunların bize verdiği gerçek dışılık, yapaylık duygusu değil, bunlara hakim olamamak, bunlardan iyi amaçlar için yararlanamamak ve bunların asıl sahiplerinin etkisi altında kalmaktır."

Havva Setenay İlhan

 
İran'da sinema dergileri serbest
İran'da geçen hafta yayın yasağı getirilen 3 sinema dergisinin satışları, yasağın devlete, sinema sektörüne ve süren film festivaline zarar vereceği gerekçesiyle serbest bırakıldı.
Picasso bu kez de çöplükten çıktı
Kahramanmaraş'ın Elbistan İlçesi'nde, çöplükte Picasso tablosu bulundu. Alınan bilgiye göre, Fransa'da "paha biçilemeyen tablolar" arasında gösterildiği ve Picasso'ya ait olduğu belirtilen 33 x 23 ebadındaki tabloyu, adı açıklanmayan bir kişi, Kızılcaoba Mahallesi çöplüğünde bulduğunu belirterek İlçe Jandarma Komutanlığı'na teslim etti. Irak'ın 1991 yılında Kuveyt'i işgali sırasında Kuveyt Müzesi'nden çalınan 16 tablodan biri olduğu bildirilen tablonun arkasında, Kuveyt Müze Müdürlüğü ve ABD'den bir sigorta şirketinin mühürleri yer alıyor. Tablonun arkasında yer alan sigorta şirketinin internet adresinden yapılan inceleme sonucu, tablonun 1,5 milyon dolara sigortalı olduğu anlaşıldı. İlçe Jandarma Komutanlığı, bu araştırmalarının yanı sıra tablonun orijinalliğini araştırmak üzere, konuyu Kültür Bakanlığı'na iletti. Tablonun, Interpol tarafından arandığı öğrenildi.
Bu kez oyuncular seçiyor
Oscar'ın ön habercisi olarak görülen ve bu yıl 8. kez dağıtılacak olan SAG (Screen Actors Guild) Aktörler Birliği Ödülleri'nde adaylar açıklandı. Şizofrenik bir matematik dahisinin hayatının anlatıldığı "A Beautiful Mind" ile bir aile dramının işlendiği "In the Bedroom" 3'er dalda aday gösterildi. A Beautiful Mind'ın aktörü Russell Crowe ve filmde onun eşi rolünü oynayan Jennifer Connelly en iyi oyuncular kategorisinde aday oldular. Her iki oyuncu da bu ay içinde açıklanan Altın Küre'de ödül almışlardı. Altın Küre'de en iyi kadın oyuncu ödülünü alan Sissy Spacek "In the Bedroom"da sürekli yakınan anne rolüyle bir kez daha aday gösterildi. Filmde onun kızgın kocası rolünü oynayan Tom Wilkinson da en iyi erkek oyuncu dalında aday gösterildi. En iyi film dalında aday gösterilen filmler arasında "Yüzüklerin Efendisi", "Gosford Park" ve "Moulin Rouge" gibi iddialı yapımlar da bulunuyor. Ödülleri 10 Mart'ta verilecek.
Mermer Adam Umag'da
Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (umag), Ankaralı sinemaseverleri dünya sinemasının seçkin örnekleri ile buluşturuyor. Vakıftan yapılan açıklamaya göre, film gösterimleri salı ve cuma günleri, vakfın gösterim salonunda, İngilizce ya da İngilizce altyazılı olarak gerçekleştiriliyor. Sinema Kulübü'nün Şubat ayı etkinlikleri, Polonyalı yönetmen Andrzej Wajda'nın "Man of Marble-Mermer Adam" filmiyle başlayacak. Yönetmenin iki önemli filminden biri olarak kabul edilen Mermer Adam'da, bir duvarcı ustasının öyküsü anlatılıyor. 1976 yapımı film, 1978 yılında Cannes Film Festivali'nin Fipresci Ödülü ile 1981 yılının New York Film Eleştirmenleri Ödülü'nü almıştı. Sinema Kulübü'nün Şubat ayı filmleri ve gösterim tarihleri şöyle: 1 Şubat: Mermer Adam, 5 Şubat: Kumların Kadını, 8 Şubat: Ju Dou, 12 Şubat: Sessiz Dokunuş 15 Şubat: Onibaba, 19 Şubat: Gabbeh, 26 Şubat: Marat/Sade.
1 Şubat 2002
Cuma
 
Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED