T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ben size dememiş miydim?

Dünkü yazımı okuyanlar şu cümleleri hatırlayacaktır: "Hürriyet'te Çarkın'la yapılacak bir röportajın Arman'ın kısmetine düşmesi doğrusu bana çok ilginç geldi... Böyle bir röportaj 'fırsatı'nın nasıl doğduğunu, bu yönde bir önerinin gazeteye mi yoksa doğrudan Arman'a mı geldiğini filan tabii ki bilmiyorum. Ama bütün bu bilinmezlere rağmen Çarkın röportajının gazetenin her kesimden bol okuyucusu bulunan bir yazarın üzerine kalması ilginç değil mi? Ne yani, yoksa Hürriyet gazetesi okurlarının bu meseleyi de 'Ayşe'nin Gözlüğü'nden mi görmesini tercih ediyor? Yoksa, ülkenin başta gelen bir 'rejim' ve 'hukuk' sorununun da 'Hürriyet Pazar'da yer alan ve neredeyse tamamı 'özel hayat'a ilişkin konuların gözden geçirildiği bir sayfada mı işlenmesini arzu ediyor?"

Bugün bakıyorum ki, bu soruları ve endişelerimi dile getirmekte çok haklıymışım. Pazar günü röportaj, ertesi gün Hürriyet'ten Cüneyt Ülsever'in kaleminden "Ayşe Arman'ı ve Ayhan Çarkın'ı bu cesur söyleşiden dolayı tebrik ederim" sözleri ve nihayet dün Ertuğrul Özkök'ün "30. İsyanda çarpışacak adam bulamazsınız" başlıklı yazısı... "Çarkın röportajı"nın Ayşe Arman'ın üzerinde tesadüfen kaldığına artık beni kimse inandıramaz!

Özkök'ün yazısı önemli bir yazı; önemli, çünkü ülkenin en büyük gazetesinin genel yayın yönetmeninin aklının nerelerde gezindiğini çok iyi açıklıyor. Herşeyden önce, daha yazının başlığından, yönetmenin, Çarkın'ın da aralarında bulunduğu güvenlik görevlilerinin Yargıtay'ca da onaylanan mahkûmiyyetlerine isyan ettiğini anlıyoruz. Eğer "kendine 'devlet' diyen" ve "hele hele de anayasasına 'üniter devlet' yazan" bir devlet işleri böyle hafiften alırsa "30. isyanda çarpışacak adam" bulabilir mi? (Yeri değil ama söylemeden geçmeyelim: Sanki, anayasasında "federal devlet" yazan devletler sabahtan akşama her gün yeniden kurulup, yeniden dağılmaktadır!)

Dünkü yazımdan aktardığım bölümle ilgili olarak ne kadar haklı çıktığımı söyledim. Çünkü bence artık iyice anlaşılıyor ki, olayın "hafiflemesi", olayın olay kahramanlarından birisinin "iç dünyası"nı bize anlatan bazı açıklamaların merkeze alınarak anlaşılmaya çalışılması bilinçli bir tercihin sonucudur. Olayın mahkeme kararlarını ve kamu vicdanındaki özel yerini aşan bir cephesiyle ele alınması ve işlenmesi daha münasip görülmüştür...

İyi hatırlıyorum; yönetmenin "uğursuz savaş" (ifade yönetmene ait) günlerinde kaleme aldığı bir yazıyı iyi hatırlıyorum... Cephedeki erlerin nasıl neşe ile savaştıklarını, üzerlerindeki kıyafetlerin modayı nasıl yakından takip ettiğini, alınlarını süsleyen "bandana"ların kendilerine nasıl da yakıştığını..... o kadar neşe içinde anlatıyordu ki, yazıyı tamamladığımda şöyle mırıldandığımı iyi hatırlıyorum: Bu yazı bir "kötülük"tür... Yirmili yaşlarının başında olan gençlerin bir çoğunu hayatını ya da bir uzvunu Diyarbakır'da bırakıp dönmeye mecbur eden bu "uğursuz savaş" hakkında bir moda defilesinden söz eder gibi yazı döşenmek bir "kötülük"tür... Ülkenin en büyük gazetesinin yönetmeninin Batı'daki meslektaşlarının 20. yüzyılın başlarında (büyük bir pişmanlıkla) üzerine övgü döşenmekten 180 derece çark ettikleri "kahramanlık ruhu"nu bu derece "hafif" bir dille gündeme taşıması, "ölüm"ü bu derece bilinçsizce kutsaması herkesten önce bu ülkenin gençlerine yapılan bir "kötülük"tür...

Bunu bugün niçin hatırlatıyorum? Çünkü anlaşılıyor ki, yönetmenin ele avuca sığmayan bu tanıdık ruh hali hâlâ yerli yerinde duruyor...

Ayşe Arman'ın "Emri aldınız. Birisi yok edilecek. Silinecek. Defterden, hayattan! İtiraz etmek geçmiyor mu içinizden?" şeklindeki sorusunu "İtiraz etmedim. Etmek de geçmedi aklımdan" şeklinde cevaplayan bir güvenlik görevlisinin açıklamalarından çıkarılacak başlık "30. isyanda çarpışacak adam bulamazsınız" mı olmalı?

Bakın neler yazabiliyor: "Bu ülkenin bir 'milli siyaset belgesi' varsa, orada mutlaka 'dağdan indirilecek' bu insanların ne yapacağına dair bir 'programın' da bulunması gerekirdi." Bu "koşullu" cümlenin, sırf koşullu olduğundan dolayı gerçek bir anlamı olmadığını sezemiyor mu? Bir hukuk devletinde anayasasında yer alamayacak bir "milli siyaset belgesi" niçin bulunsun ki, devlet buna dayanarak bir de "dağdan indirilecek"lere özel bir "program" hazırlasın?

Bakın neler yazabiliyor: "Sonra dağdan indirildiler. Bir kısmı çaresiz kaldı. Köşesine çekildi. Hangi işlere derseniz, iddialar çok ama öyle somut delil de pek yok. Şimdi bir bölümü hapse giriyor. Adalet böyle dediğine göre, yapacak şey yok." Tuhaf değil mi? Madem ki haklarında "ama öyle somut delil de pek yok", o halde niçin "Şimdi bir bölümü hapse giriyor."

Bakın neler yazabiliyor: "Her ülkenin böyle 'meçhul' insanlara ihtiyacı oluyor. Hem de kendine en demokrat diyen ülkelerde bile bu iş böyle oluyor. Yeni Zelanda'da 'Greenpeace' gemisini batırıp, içinde bir kişinin ölümüne yol açan bombalama olayını hatırlayın. Onu yapan Fransız 'özel adamları' bugün şerefli birer insan olarak geziniyorlar." Ne demek "meçhul insanlar"? Ayrıca demokrasilerin "meçhul"ü hangi özellikleri taşıyan bir "meçhul" olmalıdır? "Meçhul insanlar"ın yanında bir de "faili meçhuller" varsa durum ne olacak? Hem sonra "Greenpeace" gemisini batıran "Fransız meçhulleri"ne övgü düzmek de nereden çıktı? O "özel adamlar"ın bugün Paris sokaklarında "şerefli birer insan" olarak gezindikleri de nereden çıktı? Düşünün bir; "Greenpeace" gemisinin Fransız istihbarat teşkilatı tarafından batırıldığı ortaya çıktığında Fransız basınının verdiği tepkiyi bir düşünün... Ve tabii bunun hemen arkasından da yönetmenin bu "soğuk" yorumunu... Belli ki yönetmen hiçbir sınır tanımamayı kafaya koymuş bir kere; Fransız ordusunun bölge halkını ayağa kaldıran nükleer silah denemesini engellemeye çalışan "Greenpeace" gemisinin Fransız istihbarat teşkilatı tarafından batırılması karşısında bile okurlarına "Oh olsun!" dedirtmeye uğraşıyor!

Çok da "alıngan": İtiraf ediyorum, biraz korkak bir yazı olacak. Çünkü bu ülkede uzunca bir süredir 'kökten demokrat bir sözde aydın terörünün' estiğini hepimiz biliyoruz. Bu yazdıklarımın, insanlara 'demokrasi karnesi' verme hakkının sadece kendilerinde olduğunu sanan bazılarının hiç hoşuna gitmeyeceğini de biliyorum."

Bilmiyor ki o devirler çooook geride kaldı... Artık kimse kimseye "karne" vermiyor; hayatta artık herkes kendi "karnesi"ni kendisi dolduruyor...


13 Şubat 2002
Çarşamba
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED