T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Tohum ve toprak

Tohum ve toprak arasındaki ilişki insanın dünya hayatında belki de en iyi kavradığı münasebetlerden biri olduğu için, meramını açıkça anlatmak isteyenler sık sık bu ilişkiye gönderme yaparlar. Tohum toprağa düşünce yeşerir. Toprağın elverişli hale getirilmiş olması bu gelişmeyi verimli kılar. Pek tabii verim konusunda tohumun taşıdığı birikim, cevher ve karakter de önemlidir. Devşirilecek ürün bu iki unsurun (tohum ve toprak) alışverişindeki âhenge, sürekliliğe ve ihtimama bağlıdır. Düştüğü toprağa yabancı tohum çürümeye, cılız, renksiz, tutarsız bir gövde yükseltmeye mahkûm olduğu gibi; suya, güneşe, uygun gübreye ve işlemeye hasret toprak da bağrındaki tohumu yeşertme konusunda çaresiz kalabilir.

Sanat ve düşünce dünyamızı gümrahlaştırıp, verimli bir hale getirmek istiyorsak; bu alanda elverişli bir ortam kurmak zorundayız. Bu yolda bizi engelleyecek sayısız zorluk ve mazeret sıralanabilir: İdeolojik dayatmalar, eğitim ve iktisat politikaları, dış etkiler vb... Ben burada konuya âşina olanların kolayca kavrayacakları küçük ölçekli bir anlayışa değinmek istiyorum. O da şudur: Bugün için akademik çevrelerde, basın-yayın alanında, okur-yazar zümreler içinde belli özellikleri taşıyan adacıklar olarak sanat ve düşünce hayatına katılan fertler bulunuyor.

Her fert tekil olarak iletişim eksikliğinden, ilgi yetersizliğinden, kendi mevcut faaliyetinin (yazı ve eser) çapına uygun bir karşılık bulamadığından şikayet etmektedir. Gerçekten de köşesinde kozasını ören hayli kimsenin, yıllara malolan emekleri herhangi bir yankı bulamadan çölde kaybolan sular gibi buharlaşmaktadır. Bu olumsuzluğu bir nebze olsun aşmaya çalışanlar ise dar çevre içinde hapsolmaktan, hep aynı teraneyi dinlemekten bizar durumdadırlar.

Bir de madalyonun öteki yüzü var. Henüz yetişmeden, olgunlaşmadan, mesleğinde belli bir birikim edinmeden ham meyve olarak ortaya atılanlar.

Meseleye bu iki açıdan baktığımız zaman tohum ve toprak ilişkisini yeniden hatırlamayı kaçınılmaz buluyoruz.

Şüphesiz çözüm önerileri yukarıdan aşağıya doğru bir seyir takip edecektir. Aydınlar, akademisyenler, okur-yazar çevreler, sanatçılar herhalde ilk adım olarak hiç olmazsa kendilerine ulaşan seslere bigâne kalmamalıdır. İkinci adım dar çevrelerin birbirleri ile temasını sıklaştırması, böylelikle daha geniş alanlara çıkılmasıdır. Mevcut iletişim kanallarının kullanılması bu çerçevede bir yetersizlik göstermez sanırım. Geçenlerde okuduğum bir yazıda Kanada'da kırk bir adet sanat-edebiyat dergisinin yayımlandığını, bunların ortalama iki bin adet satıldığını öğrendim. Bir sayım-döküme başvurmadan bizim ülkemizde de buna yakın sayıda dergi basıldığı ve ortalama bin-üç bin adet satıldığını söyleyebiliriz.

Mesele nicelikten ziyade nitelik esasına oturmaktadır. Kaliteye prim anlayışı sanat-edebiyat ortamının sağlıklı bir yapıya kavuşmasını; esirgenen ilginin uç vermesiyle toprağın elverişli hale geleceğini umabiliriz. Böylece bu yazıda önceliği ortamın oluşmasına verdiğimi vurgulamış oluyorum. Elbette ki ortam ile eser arasında karşılıklı bir etkileşim sözkonusudur. Yayım dünyasında çeyrek asırdır kazandığımız tecrübe bize ortamın elverişsiz olduğunu, bu sebeple eserin de gitgide cılızlaştığını ihtar etmektedir.

Tarih ve kültür birikimimiz, insan unsurumuz, bulunduğumuz coğrafyada bir şu kadar zamandan beri sağlam bir tohuma sahip olduğumuzu fısıldıyor.

Bozkırdaki çekirdeği daha fazla bekletmeye hakkımız yok diyorum.


13 Şubat 2002
Çarşamba
 
MUSTAFA KUTLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED