T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
İstanbul'da geleceğin tarihi için atılan adım

İsmail Cem'e yakışan bir girişimle 'İstanbul Toplantısı' dün sabah saatlerinde başladı. İlk konuşmalar gerçekten çarpıcıydı. Önce Cem, sonra Cumhurbaşkanı Sezer, toplantının 'siyasal zihniyet haritası'nı en başta çizdiler. Yoksulluk ve gelir dağılımı adaletsizliği karşısında dünyayı göreve çağıran konuşmalardı bunlar. Solana'dan Sudan Dışişleri Bakanı'na kadar hızla akan bir yelpazede dillendirilenler ise aynı çizgiyi takip etti denilebilir.

Kuşkusuz bu tip toplantıların 'siyasi rengi' çok yüksektir, böyle olması da doğaldır ve gereklidir. Fakat ilk yapılan konuşmalar siyasi renk kadar dünyanın geleceği üzerine yoğun bir kültürel arayışın da toplantıya hakim olacağını göstermiştir.

Bu konulara birden çok şekilde yaklaşmak mümkündür. Fakat gerçek bir sonuç alabilmek için temel referans noktasını iyi tespit etmek gerekiyor. Bu, ne Batı'nın 'öteki' karşısındaki yaklaşımlarının değiştirilmesiyle sınırlı bir girişimler dizisi ile ne de İslam dünyasının kendi iç sorunlarını aşmış ve blok bir dünya olması ile mümkün. Temel düğüm noktası, 'küreselleşme'yi içeriklendirmede alınacak pozisyonlarla ilgili.

Bugün Batı, küreselleşmeyi içeriklendirirken, sadece neo-liberalizmin ihtiyaçları ile sınırlı bir etkinlik üretmesinin sıkıntılarını yaşıyor.

Buna karşı ise İslam dünyasından şimdiye kadar küreselleşmeyi adalete uygun bir yönde içeriklendirmeye dönük olmayan, bu nedenle tepkisel olmayı aşamayan ve sadece küreselleşme karşısında içe kapanmayı operasyonelleştiren yaklaşımlar türedi.

Oysa, Batı ve İslam dünyası gerçek bir teması ancak küreselleşmenin diyalojik bir zeminde içeriklendirilmesi çabaları ile elde edebilir.

Bu tip oluşumlar ortaya çıktığı zaman Türkiye'nin içinde görünürleşen 'kırılma'lar aynen küresel düzeyde de gerçekleşiyor.

Ne zaman 'medeniyetler arası diyalog' adı altında bir oluşum ortaya çıksa, belli bir kesim bunu Batı adına Türkiye'nin İslam dünyasını sigaya çekmesinin bir zemini olarak algılar, belli bir kesim de Türkiye'nin tarihsel görevini farketmesi iddiasından yola çıkarak İslamcılığa bir 'politik manevra sahası' açmak üzere bunu konumlandırmaya çalışır. Böylece gerçek bir politik tartışma da, anlamlı bir kültürel arayış da zemin kaybına uğrar.

Bu saflaşma küresel düzeyde de gerçekleşiyor. Batı adına pozisyon alanlar, küreselleşme ile neo-liberalizmin güvenlik ihtiyaçları arasındaki örtüşmenin sağlıksızlığına dokunmadan, küreselleşme karşısında direngen gözüken medeniyet havzaları ile 'gizli bir hesaplaşmayı' gündemleştiriyorlar. Saddam'ın hedefe konduğu bir söylemin içine küreselleşmeye direnen medeniyet havzaları yerleştirilebiliyor. Bu havzaların direncindeki gerekçeler dikkate alınmadan, farklı medeniyetlerin haklı kaygıları teröre yakın duran argümanlar haline sokulabiliyor kolayca. Öte yandan İslam dünyası, küreselleşmenin tek-tipçi hegemonyasına karşı kültürel ve politik itirazları haklı olarak öne sürerken, bunu 'İslam etiketli totaliter rejimler'den ve 'kapalı toplum' modellerinden ayrışmadan yapıyor. Bu nedenle, küreselleşme karşısındaki argümanların, totaliter rejimlere ve kapalı toplum yapılarına meşruiyet vermeye dönük bir şekilde 'harcanmasına' göz yumulmuş oluyor.

İstanbul Toplantısı'ndaki ilk konuşmaların ortaya koyduğu 'irade', bu kısır yaklaşımların tezgahına düşmeyen bir içerikle yüklüydü. Bunun toplantının geneline hakim olması son derece dinamik bir sürecin kapısını açacaktır. İstanbul Toplantısı, şimdiden Avrupa'nın Geleceği toplantıları için bir referans noktasıdır. Bunun daha da ilerleyeceğini beklemek gerekir.

İstanbul, bir kere daha 'geleceğin tarihi'nin yazıldığı bir mekan olduğunu gösterdi.


13 Şubat 2002
Çarşamba
 
ÖMER ÇELİK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED