T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Avrupa-İslam ekseni"ne doğru (mu?)

20. yüzyıl, Amerikan yüzyılı olarak tarihe geçecek. Yüzyılımızın ilk yarısında dünya tarihinin ürkütücü iki paylaşım savaşının Avrupa'da ve Avrupalı "büyük güçler" arasında vuku bulması, Avrupa'nın sömürgecilik döneminden itibaren dünya üzerinde kurduğu ekonomik, siyasi ve kültürel hegemonyaya büyük darbe vurdu. Avrupa'da imparatorlukların ve açık sömürgecilik döneminin sona ermesiyle sonuçlandı.

İki dünya savaşının dünya tarihi açısından en önemli sonuçlarından biri de (Osmanlı İmparatorluğu'nun çökertilmesiyle birlikte) İslam medeniyetinin "tarihe karışması" olmuştu.

İki büyük paylaşım savaşından gerek stratejik, gerek siyasi, gerekse ekonomik ve kültürel bakımdan en kazançlı çıkan ülke ABD oldu ve özellikle 2. Dünya Savaşı'ndan itibaren ABD, dünyanın her bakımdan en güçlü ülkesi haline gelmeyi başardı.

Soğuk Savaş'ın sona ermesinden itibarense ABD'nin postmodern terminolojiyle izah edilebilecek hem sanal, hem gerçek boyutları olan ayartıcı bir "dünya imparatorluğu"na doğru ilerlediğine tanık oluyoruz. Geçen yüzyıla kadar Avrupa ile özdeşleştirilen ve Avrupa tarafından temsil edilen ve üretilen Batı kültürü, bundan böyle ABD ile özdeşleştiriliyor ve ABD tarafından yeniden üretiliyor.

Amerikan hegemonyası, sınır tanımaksızın sürgit güçlenirken, yaklaşık son dört yüz yıl boyunca dünya üzerinde hemen her alanda tek başına hegemonya kurmayı başaran, yüzyılımızın ilk yarısına kadar bütün dünyada hakim olan temel siyasi, ekonomik ve kültürel kavramları, kurumları ve kodları üretmeyi başaran Avrupa'nın modern dünya tarihinde ilk kez yaşadığımız zaman diliminde sadece kendi fiziki coğrafyasına hapsolması sanırım dikkatinizi çekiyordur.

İşte bu durum, agresif (saldırgan) bir kültür ve medeniyet icat eden, öteki kültürleri ve medeniyetleri kolonileştirmekte, tüketmekte, tahrip etmekte ve biçim bozumuna uğratmakta hiçbir sakınca görmeyen şiddet yüklü bir doğa, insan ve toplum anlayışı ve kavrayışı geliştiren Avrupa'nın yerinde rahat duramamasına, hapsolduğu fiziki coğrafyanın dışına ve ötesine taşmasına yol açacak yeni, kalıcı ve uzun vadeli arayışlar içine girmeye, yepyeni eksenler oluşturmaya icbar ediyor Avrupa'yı.

İslam medeniyetinin en son temsilcisi; İslam dünyasının çekirdek/merkezi bölgesini 500 küsur yıl boyunca adalet, barış, kardeşlik ilkeleri çerçevesinde yönetmeyi, bunun en son ve en sofistike kavram ve kurumlarını üretmeyi başaran Osmanlı İmparatorluğu'nun çökertilmesiyle veya İngiliz tarih felsefecisi Toynbee'nin deyişiyle "durdurulması"yla birlikte tarihe karıştığı sanılan İslam medeniyetinin kök paradigmalarının ve anlam haritalarının hâlâ sapasağlam olduğunun anlaşılması, ABD'nin yeryüzündeki haksız hegemonyasına karşı asıl köklü direnişi gösterecek teorik ve pratik bir performans ortaya koyabilecek durumda olduğunun farkedilmesi, Avrupa'nın ve Amerika'nın tüm dikkatlerini, uzun vadeli stratejilerini İslam dünyası üzerinde yoğunlaştırmasına yol açıyor.

ABD, dünya üzerinde kurmayı başardığı hegemonyaya asıl meydan okumanın İslam dünyasından geleceğini çok iyi biliyor ve İsrail'le birlikte hareket ederek, Kafkaslar'dan Orta Asya'ya, Balkanlar'dan Orta Doğu'ya ve Kuzey Afrika'ya kadar hayati stratejik öneme sahip olan İslam coğrafyasındaki toplumların yeniden ve daha imaginatif şekillerde İslam'la buluşma çabalarını önlemeye çalışıyor ve bu yüzden İslam'ı bir tehdit ve tehlike unsuru olarak takdim ederek İslam dünyasındaki halkların kendi kaderlerini tıpkı geçmişte olduğu gibi gelecekte de kendilerinin belirlemesini engelleyebilmek için yoğun çaba sarfediyor.

Önümüzdeki yıllarda ABD, Avrasya ve Ortadoğu'ya kesin olarak yerleşmenin yollarını araştıracak. Ve böylelikle ekonomik ve siyasi birleşmeye giden Avrupa'nın önünü kesmiş olacak. Bu durum, Avrupa ülkelerinin başka seçenekler aramalarına yol açacak. Pek makul gibi görünmüyor gibiyse de, Avrupa'nın ABD hegemonyasını engelleyebilmesinin en etkili yolu, İslam dünyasıyla uzun vadeli ve kalıcı ilişkiler ve işbirliği projeleri geliştirmek olabilir. 2000'li yılların başlarından itibaren bu konuda beklenmedik gelişmelere hazırlıklı olalım derim.

İşte tam bu noktada ABD, Avrupa'nın, kendi nüfuz alanına girmesine ve orada at oynatmasına asla izin vermiyor. Hatta bizzat Avrupa'nın kendi sorunlarına bile doğrudan müdahale ederek, yön ve şekil vermeye çalışıyor.

ABD'nin İsrail'le birlikte hareket ederek İslam dünyasıyla rasyonel temeller üzerinde değil de paranoyakça bir tavırla ilişki kurması, İslam dünyasındaki kitlelerin ABD ve İsrail'e karşı açıkça tavır almalarına zemin hazırlıyor. Önümüzdeki göstergelerin bu sürecin yakın ve orta gelecekte daha bir hızlanacağını ortaya koyuyor.

İşte böylesi bir ortamda, Pasifik'ten de, Latin Amerika'dan da, Uzakdoğu'dan da, Afrika'dan da "kovulan", sadece kendi doğal fiziki coğrafyasına hapsolan Avrupa, ABD'nin dünya üzerinde kurduğu çok yönlü hegemonyayı sorunlu, tartışmalı ve belki de riskli hale getirecek, tehlikeye sokacak bir adım atarak İslam dünyasıyla uzun vadeli ilişkiler kurmanın yollarını araştırıyor.

AB ülkeleri, ABD ve İsrail'in hegemonya kurdukları coğrafyalarda ve alanlarda ABD hegemonyasına meydan okumaya hazır olduklarına dair çok ciddi sinyaller veriyorlar..

O halde sormamız gereken soru şu: Yakın geleceğin gündeminde AB ve İslam ülkeleri arasında Avrupa-İslam ekseni gibi bir oluşum mu var?

İşte burada birazcık durup düşünelim, derim.

Not: Bu yazı, altı (6) yıl önce Yeni Şafak'ta yayımlanmıştı. AB-İKÖ zirvesi nedeniyle bu yazıyı yeniden yayımlama ihtiyacı hissettim.


13 Şubat 2002
Çarşamba
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED