T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
'Yaşar Yanlış' Hürriyet'i fena sıkıştırdı...

Hürriyet'ten, tasavvuru bile düşünülemeyecek bir gazetecilik-habercilik ihlali... Gazete, 27 Aralık sayısında birinci sayfadan, Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın, TBMM Dışişleri Komisyonu'nda yaptığı konuşmada, "Biz savaşa katılmazsak daha çok ABD'li ölür ve Amerikalılar bunu hiç unutmaz" dediğini yazdı. Haberi yazan muhabir, Yakış'ın, "Ben böyle bir şey söylemedim" itirazına, özrü kabahatinden büyük bir yanıt verdi: Bakan, bu sözleri komisyonda yaptığı konuşmada değil, bir "dost sohbeti" sırasında söylemişti...

Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın (Oktay Ekşi'ye göre "Yaşar Yanlış"), Hürriyet'te kendisiyle ilgili olarak yayımlanan bir haberin "tamamen gerçekdışı" olduğunu açıkladığı mektubu 5 Ocak tarihli Hürriyet'te, Oktay Ekşi'nin köşesinde yayımlandı. (Yakış, haberden yola çıkarak bir yorum kaleme aldığı için, düzeltme talebini Ekşi'ye iletmeyi uygun bulmuştu...)

Ekşi, 5 Ocak tarihli köşesinde hem Yakış'ın mektubunu, hem de 27 Aralık tarihli haberi yazan Hürriyet muhabiri Şaban Sevinç'in Yakış'a cevabını yayımladı... Siz de göreceksiniz, Sevinç, Hürriyet okurlarında, "Siz haberleri böyle yazıyorsanız..." duygusu uyandıran ilginç bir cevap veriyor... Ama isterseniz önce olan biteni kısaca bir özetleyelim...

27 Aralık 2002'de Hürriyet'in birinci sayfasında "Bir Yaşar Yakış klasiği daha" başlıklı bir haber yayımlandı. Şaban Sevinç imzalı haberde, Dışişleri Bakanı'nın TBMM Dışişleri Komisyonu'nda yaptığı konuşma aktarılıyor, şöyle deniyordu:

"Yaptığı açıklamalarla hükümette ve bakanlığında sıkıntı yaratan Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, 'son bombası'nı Irak konusunda patlattı. TBMM Dışişleri Komisyonu'nda dün Irak brifingi veren Yakış, 'eğer biz bu savaşa katılmazsak, daha çok Amerikan askeri ölecek. Ve Amerikalılar ömür billah, eğer Türkler katılsaydı bu kadar şehit vermezdik, Türkler nasıl müttefik' diyecekler..."

İşin ilginç tarafı şuydu ki, basına açık olarak yapılan konuşmayı bütün gazeteler yayımlamış, fakat bu sözler hiçbir gazetede yer almamıştı...

Aynı gün, gazetenin başyazarı Oktay Ekşi, bu habere dayanarak "Yakış değil yanlış" başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıda şöyle yorumladı bakanın sözlerini: "Gördüğünüz gibi Sayın bakan ABD'nin Coni'leri ölmesin diye Türkiye'nin Mehmet'leri ölebilir tezini savunuyor..." (Buradan ille de bu sonuç çıkmaz ama, konumuz Ekşi'nin yorumu değil Hürriyet'in haberi olduğu için, geçiyoruz -Kronik Medya). Ekşi, bakanın önceki "gaf"larını da hatırlattıktan sonra şöyle bitiriyordu yazısını: "Sayın Yakış bildiğiniz gibi Dışişleri Bakanı sıfatını taşıyor ama arada bir bizleri tereddüte sürüklüyor: Acaba Türkiye Cumhuriyeti'nin mi yoksa bir başka ülkenin mi dışişleri bakanıdır kendisi..."

Oktay Ekşi'nin 5 Ocak tarihli köşesi "Yakış ben demedim diyor" başlığını taşıyordu... Yaşar Yakış mektubunda, kendisine atfedilen sözleri kesinlikle söylemediğini; söyleseydi, komisyonun CHP'li üyelerinden "herhalde büyük tepki geleceğini, ama gelmediğini"; Komisyon Başkanı Mehmet Dülger'in de kendisini doğruladığını; zaten bu sözlerin Hürriyet dışında hiçbir gazetede yer almadığını belirttikten sonra talebini şöyle dile getiriyordu:

"(...) Basın dünyamızın kıdemli bir mensubu olma sıfatınız yanısıra, Basın Konseyi Başkanı olmanızdan ötürü konuyu dikkatinize getiriyorum ve bu hususta uygun göreceğiniz işlemi başlatacağınızı ümit ediyorum..."

Ve geliyoruz Hürriyet muhabiri Şaban Sevinç'in Yaşar Yakış'ın bu mektubuna verdiği cevaba... Şöyle diyor Sevinç:

"(...) şeklindeki sözleri sarf ettiği Dışişleri Komisyonu'nun üç sayın üyesince ayrı ayrı tarafıma bildirilmiştir. Sayın Bakan'ın 5 gün sonra haberi tekzip etmesi üzerine ulaştığım aynı komisyon üyeleri, Sayın Yakış'ın bu sözleri sarf ettiğini ısrarla yinelemiştir. Sayın Yakış bu sözleri, uzun toplantı salonunda Komisyon başkanı Sayın Mehmet Dülger'in duyamayacağı mesafede ve hemen yakınında oturan milletvekilleri ile 'sohbet sırasında' dile getirmiştir. Sayın Dülger'in duymamış olması muhtemeldir."

Anladınız mı? Yaşar Yakış'ın "Dışişleri Komisyonu'nda yaptığı konuşma" diye verilen haber, bir "sohbet" sırasında söylendiği iddia edilen sözlere dayanıyormuş meğer. Bu itiraf ediliyor, ama sanki ortada bir mesele yokmuş gibi davranılıyor; ne bir özür, ne bir özeleştiri...

Bakalım Yakış, bu mektubun çıkmasından bir gün sonra Sedat Ergin'in söyleşisiyle manşete taşınmasından sonra da "Basın Konseyi" konusunda ısrarlı olacak mı? Yanlış anlaşılmasın, Yaşar Yakış'ın sadece çok sık dile getirilen "nazik, yumuşak huylu" karakterine gönderme yapıyoruz bu kuşkumuzu dile getirirken...(A.G)

'Başörtülü bir kadın'ı sadece Hürriyet merak etti...

Hazreti İsa'nın doğumu ve vaftiz edilişi, her yıl olduğu gibi bu 6 Ocak'ta da kutlandı. Ortodoks Rumlar "Fota Yortusu"nda bu yıl da denize atılan tahta haçları çıkardılar ve din adamları tarafından ödüllendirildiler.

Bu yılki törenler, 51 yıllık bir aradan sonra Haliç'ten de "haç çıkarıldığı" için basın tarafından özel bir dikkatle izlendi... Ama biz sizin dikkatinizi Fener'deki törene değil, Yeşilköy Aya Stefanos Kilisesi'nde düzenlenen törene çekmek istiyoruz...

Yeşilköy'deki törende, Rum Ortodoks Kilisesi Ruhani Lideri Metropolit Konstantin' in denize attığı tahta haçı çıkarmak için dört kişi bir tekneyle denize açıldı. Töreni izleyen gazeteciler, teknede üç mayolu gencin yanısıra bir de giyinik, başörtülü bir kadının olduğunu gördüler....

Töreni izleyen iki Habertürk muhabiri, karşılaştıkları manzarayı şöyle aktardılar okurlarına: "Denize açılan teknedeki üç Ortodoks Rum genci ve başörtülü bir kadın, Ocak ayının insanın içine işleyen soğuğuna aldırmaksızın büyük bir çeviklikle denize atladılar. Haçı, daha önceki yıllarda olduğu gibi, Hristo Benlisoy aldı."

Gördüğünüz gibi, Habertürk muhabirleri "Teknede başörtülü bir kadın"ın da olduğu bilgisini vermeselermiş daha iyi olurmuş diyesi geliyor insanın... Bu bilgiyi verip de o kadının kim olduğunu öğrenip okura iletmemek hiç olur mu? Bu kadar meraksızlık olur mu? (Habertürk'ün haberinde "başörtülü bir kadın"ın fotoğrafı da yok, gazete başka fotoğraflar kullanmayı tercih etmiş.)

Hürriyet'in dışında o fotoğrafa yer veren tek gazete olan Radikal'in haberi de benzer bir problem içeriyor: "Ayastefanos Kilisesi'nce Yeşilköy sahilinde yapılan denizden haç çıkarma törenine ise ilk kez Suna Yavuz adlı bir kadın katıldı..."

Bu meraksızlığın bedelini, böylece gazetelerin nasıl bir haber kaçırdığını ancak Hürriyet'in haberini okuduktan sonra anlıyoruz:

"MÜSLÜMAN KADINDAN HOŞGÖRÜ DERSİ... (..) Kutsama törenine, Yeşilköy'de Suna Yavuz adlı Müslüman kadın da katılarak, denize atılan haçı çıkarmak için suya atladı ve dinler arası hoşgörüyü bir kez daha gözler önüne serdi. Suna Yavuz, 'Rum arkadaşlarım her bayramda beni tebrik ederlerdi. Bu kez de ben onların bayramını kutladım' diye konuştu..."

Yalnızca Haliç'teki töreni izledikleri anlaşılan ve bu nedenle Yeşilköy'deki törende denize girenlerin arasında bir de türbanlı kadının bulunduğu bilgisinden mahrum olduklarını varsaydığımız için Sabah, Milliyet ve Akşam'ı "meraksızlık" eleştirisinden vareste tutuyoruz... Zaman, Yeni Şafak ve Cumhuriyet'te zaten haber hiç olmadığı için onları da...

Fakat Radikal ve Habertürk'ün durumu başka... Onlar bilgiye sahip fakat okurun merakını derhal çeken şey onların merakını çekmemiş; yahut vakit yetmemiş... (A.G.)

Sıradaki!..

Gazete Habertürk'ten (4 Ocak) Altemur Kılıç'ın "Gene Kıbrıs; Gafiller ve hainler" başlıklı yazısından:

"Anlı şanlı medyamızdan yükselen sesleri dinliyorum. Kıbrıs'tan da gelen ihanet ve gaflet seslerine bakıyorum.(...)

"Radikal gazetesinde, verip kurtulmak için gün sayan İsmet Berkan, Denktaş'ı destekleyen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'i eleştiriyor, adeta, 'bu işe karışmaya ne hakkın var' demeye getiriyor, 'Kimi temsil ediyorsun?' diye küstahça soruyor. Cumhurbaşkanı, milleti temsil ediyor, ya sen kimi temsil ediyorsun Sayın Berkant? (...)

"Bir eski Büyükelçi ve Dışişleri Bakanı var İlter Türkmen. O da çıkmış askeri uzman kesilmiş. 'Kıbrıs Türkiye'nin stratejisi için önemli değildir' diyor ve adeta bu konularda gerçek uzman ve sorumlu olan Genelkurmay'ın görüşlerini reddediyor.(...)

"Yiğit bir asker olan Cemal Paşa'nın torunu ve AYDINLIK örgütü bombacısı Hasan Cemal de 'Erdoğan ve Gül gereken irade ve kararlılığa sahipse çözüm kolaylaşır, yani verip kurtulmak mümkün olur' dedikten sonra, 1992'de 'çözümsüz' Denktaş konusunda bir İngiliz meslektaşından dinlediği çok münasebetsiz bir fıkra anlatmış...."
Sıradaki!... (K.B.)

Halepçe'ye ilk 'giren' gazete hangisi?

Akşam (6 Ocak): "Kuzey Irak'ın Talibanı / Akşam muhabiri Nevzat Bingöl, Taliban benzeri rejim kurmaya çalışan ve ABD'nin Bin Ladin'in taşeronu olarak gördüğü Ensar El İslam örgütüne ulaştı."

Akşam bu haber çerçevesinde Nevzat Bingöl'ün kaleminden şu cümlelere de yer vermiş: "ABD'nin terörist örgütler listesinde ikinci sırada yer alan Ensar el İslam'ın Kuzey Irak'taki karargâhını AKŞAM buldu. (...) Dünya basınında ilk kez AKŞAM'a örgütle ilgili açıklamalarda bulunan Hasan...."

Milliyet (6 Ocak): "İşte Kürt 'El-Kaide'si" /Halepçe'deki 'şeriat devleti'nin kalesine girdik."

Milliyet bu haber çerçevesinde muhabiri Namık Durukan'ın kaleminden şu cümlelere de yer vermiş: "Karargahına bugüne kadar hiçbir gazetecinin giremediği Ensar El İslam'ın bilinmeyenlerine ışık tuttuk."

Akşam ve Milliyet'in aynı gün manşete taşıdıkları bu "Ensar el İslam" haberinin fotoğrafları da birbirine benziyor. Mesela her iki gazetede de, sözü edilen örgütün lideri olduğu söylenen "Molla Hasan"ın fotoğrafları var. "Molla Hasan"ı, tabii ki, Akşam'da Nevzat Bingöl, Milliyet'te ise Namık Durukan ile görüyoruz. Aynı "Molla Hasan" aynı gün, aynı ceket, gömlek ve çorapla! Yani –yüzde yüz emin değiliz, çünkü yanlarında değildik ama– besbelli ki, Bingöl ve Durukan bu Halepçe yolculuğunu birlikte yapmışlar... Durukan ve Bingöl'ün Kuzey Irak'a birlikte gidip habercilik yapmalarında tabii ki yadırganacak bir yön yok. Oysa Akşam ve Milliyet'in haberlerini sunuş biçiminde durum aynı değil. Burada yadırgadığımız yön her iki gazetenin de bu haberi kendi zaferi olarak duyurması... "Dünya basınında ilk kez AKŞAM..." ya da "Karargahına bugüne kadar hiçbir gazetecinin giremediği..." ifadelerinde olduğu gibi. Ne olur yani? Her iki gazete de, muhabirlerinin bu habere yanında bir başka muhabir olduğu halde ulaştığını belirtseler boyları mı küçülür yani!

Bu haber dolayısıyla, gazetelerimizin "kronik" dertlerinden birisini daha hatırlatalım: Gördügünüz gibi gazetelerimiz ne zaman kritik bir bölgeye muhabir yollasalar, gazetenin en önemli haberi muhabirin o kritik bölgeye girişi oluyor! Tuhaf bir durum tabii ki... Muhabir haber yapmak için gidiyor ama sonuçta asıl haber muhabirin olay yerine gitmesi oluyor!

Her neyse... Siz karar verin: "Ensar el İslam" haberi "dünya basınında ilk kez" Akşam'da mı, yoksa Milliyet'te mi yer aldı? Sorunun cevabı, soruyu cevaplayacak olan okurun hangi gazeteyi okuduğuna göre değişmiyor mu? (K.B.)

A-tel zulmü sürüyor

Dünkü Kronik Medya'da, Çukurova Grubu'nun, Yapı Kredi Bankası'na olan borçlarının bir bölümü için sahibi olduğu A-tel şirketini önerdiğini; Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun (BDDK) yılın ilk günü bu teklifi onayladığını ve o günden beri karşılıklı cephelerde konuşlanan Sabah-Akşam gazeteleri ile Hürriyet-Milliyet gazeteleri arasında bitmek tükenmek bilmeyen bir A-tel savaşının başladığını duyurmuştuk...

Hatırlarsanız, A-tel haberleri, bu şirketin sağlam olup olmadığı meselesi üzerinden gidiyordu... Hürriyet-Milliyet'e göre "Bir masa bir telefon"dan ibaret olan şirket, A-tel'e yüzde 50-50 ortak olan Sabah-Akşam'a göre bir "dünya devi"ydi...

Biz artık biter diye düşünüyorduk ama, meğer ilk altı günkü atışları sizin için toparlarken cephelerde yeni A-tel haberleri kotarılmaktaymış... Bu durumda biz de mecburen "haber takibi" yapacağız...

7 Ocak tarihli Sabah-Akşam-Hürriyet-Milliyet'te konu, bir gün önceki "A-tel'de abone bilmecesi" üzerinden sürdürülüyor... (Hatırlayın: Hürriyet ve Milliyet, "Eğer A-tel'in denildiği gibi 3.5 milyon üyesi varsa, o zaman o kadar aboneyi Turkcell'den silmek lazım" diyorlardı... Unutmayın: Turkcell de tıpkı A-tel gibi Karamehmet Grubu'nun...)

7 Ocak tarihli haberler, bir gün önce Hürriyet-Milliyet'teki haberlere karşılık Turkcell'den yapılan açıklamayı haberleştiriyor... Hürriyet'in haberinde "Turkcell: 3.5 milyon abone A-tel'in değil, bizim" denirken, Milliyet'inkinde abone gelirinin "paylaşıldığı" belirtiliyor. (Bu arada bir sürü teknik ayrıntı var ki, okurların bunlardan bir şey anlaması mümkün değil, hem zaten biliyorsunuz, bu tür haberler okurlar için değil...)

Sabah ve Akşam'ın başlıklarını da aktaralım...
Sabah: "Turkcell: A-tel ile ortaklık güç katıyor..."
Akşam: "A-tel'de zarar söz konusu değil..."

Şimdi "Bizim ne günahımız var canım," diyebilirsiniz, "biz neden aynı zulme tâbi tutuluyoruz ki?" Siz de haklısınız, zaten bu sondu, bundan sonra A-tel haberi yok! (A.G.)


8 Ocak 2003
Çarşamba
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED