|
|
kar altında Mehmed'im var
FADİME ÖZKAN
Unuttuğumuz, unutmak istediğimiz, hatta daha kötüsü yok sayacak kadar ihmal ettiklerimizin belki en başında geliyor Sarıkamış Harbi. Sizin de söylediğiniz gibi, maalesef, edebiyatımızda olsun, müziğimizde olsun çok da fazla yer vermemişiz. Hatta tarihçilerimize bakarsanız sadece Sarıkamış Harbi değil, hemen öncesindeki Balkan Harbi ve onun öncesinde '93 Harbi de çok bilmediğimiz iç acılarımızdan. Oysa ne Balkan Harbi sırasında ve hemen sonrasında İstanbul'da yaşananları bilmemezlik hakkımız olabilir, ne de Sarıkamış Harbi'nin. Albümü kaç yıldır taşıyorsunuz içinizde? Sarıkamış'a gittiniz mi? Doğrusu tam da Sarıkamış'ta başladı benim 'Sarıkamış'lı Geçmiş Zaman' yolculuğum. 2001 Ekim'inde bir konser vesilesiyle Kars'a gitmiştim, Sarıkamış'ı da görmek istedim ve ilk o zaman buluştuk. Çam ağaçlarıyla dolu bir tepede kar yağmaya başladı, mevsimin ilk karı olduğunu söylediler, işte o sıra oldu zaten ne olduysa. Biraz da erken inen akşamla beraber kasabaya doğru yol alırken 'Sarıkamış üstünde kar, kar altında Mehmedim yatar' diye bir türkü söylemeye başladım. O sırada, geçmişten neyi ne kadar hatırladığımı bilmiyorum, tarifsiz bir kedere kapıldığımı söyleyebilirim sadece. Sarıkamış'ta başlayan türkünün ezgilerini ve sonraki satırlarını ararken hayatım boyunca unutamayacağım bir yolculuğa çıktım, hayatım boyunca unutamayacağım yol arkadaşlarım oldu. Sarıkamış deyince zihninizde ne beliriyor? Bu bir resimse eğer, ne var o resimde? Resmi anlatın biraz. Bir isimse..., nedir o ve nedendir? Yok, bir türküyse-ağıtsa, onu anlatın lütfen... Benim için Sarıkamış Harbi sadece Sarıkamış demek değil, onunda ötesinde uzun bir hikaye. '93 Harbi'nde Kars'la, Batum'la beraber Ruslar'a geçmiş küçük bir kasaba. Sonrasında da bozgunda görülen fetih rüyasının belki ilk kalesi, Kars'la beraber. Balkan Harbi'nin bütün sancısını dindirme hayallerinin belki ilk hazin adımı, kırk yıla varan bir mazinin hazin sonu. Karakışın tam ortasında Erzurum'dan cepheye sırtlarında erzak taşıyan mektep çocukları... Pantolonsuz harp etmeye çalışan ve erzak bekleyen onbinlerce asker... Bütün bunlarla beraber inanılmaz bir sevda; harbe katılanlardan Hüsamettin Teğmen esir düşmüş bir vaziyette ve Rus askerlerinin eşliğinde Sarıkamış'a götürülürken uzaktan gördüğü Sarıkamış'a şöyle sesleniyor içinden; "Böyle mi gelecektim sana!" Resmi çizilecek o kadar çok hüzün var ki Sarıkamış'lı Geçmiş Zaman'da... Albüm bitince neler hissettiniz? İç acınız azaldı mı? Hiçbir acı, hiçbir keder başladığı yoğunlukta sürmüyor. Zaman hep en büyük ilaç oluyor, siz öyle istemeseniz bile... Sarıkamış da öyle. Tabiî ki o ağır hüzün biraz kabuk bağlayacak, tabiî ki o 'odun yanığı' biraz küllenecek, ama hepsi o kadar. Sarıkamış'lı Geçmiş Zaman yolculuğumun unutulmaz hatıraları var yüreğimde. Ben bu şehirde çok sabahladım, sokaklarında Sarıkamış Türküsü, Ey şehr-i İstanbul'u söyleyerek, hem de o ağır travmayı yaşayan ya da hisseden bütün yol arkadaşlarımla beraber. Onlarla dolu gecelerimi asla unutamam. Ne zaman kar yağsa, ne zaman bir yel esse soğukça ya da ne zaman bir tren sesi duysam ya da Haydarpaşa'nın veya bir demiryolunun yakınlarından geçsem, eminim ki içimde hep o türkü çalacak; 'Sarıkamış üstünde kar, kar altında Mehmedim yatar..."
'BİR HIÇKIRIĞIN PEŞİNE DÜŞTÜM'
Bütün açık kalpliliğimle söyleyebilirim ki, 'Sarıkamış'lı Geçmiş Zaman'ı yapmak için hiçbir amacım olmadı, hedeflediğim hiçbir şey yoktu, hâlâ da yok. Ben bir hıçkırık duydum, bir hüzünden haberdar edildim... İçimde bir türkü başladı, onun peşinden diyar diyar gezdim, fukara gönüller yoldaşım oldu aylar boyu. Hem okudum, hem yazdım, türkümü tamamladım. Hepsi bu.
Ben, okuduklarıma bile tahammül edemedim...
Albüm hazırlanırken nasıl bir ruh halindeydiniz, neler yaşadınız? O bir gecede donarak ölen 90.000 bin genç insanın ağırlığı çöktü mü omuzlarınıza? Kulağınıza kimler, neler fısıldadı?
Sonraki günler bir taraftan müzik, bir taraftan kitaplar, hatıralarla dolu satırlar, mektuplar, şiirler, haritalar, onların müziğe dönüşmesi... Hep beraber yolculuğa çıktık; '93 Harbi, Balkan Harbi'ni yaşadık, İstanbul'dan Erzurum'a ve oradan Sarıkamış'a yürüdük. Bir taraftan Sarıkamış Türküsü oluşmaya başladı, türküyle beraber yeni kitaplar, o dönemde yaşamış yeni yeni insanlar tanıdım. Onların anlattıklarından yeni müzikler oluştu. Doğrusu hiçbir gün beste yapmak için bir çabam olmadı, her şey kendiliğinden başladı. Tabiî çok uzun hatıraları var içimde o günlerimin ama mesela şu kadarını söyleyebilirim, Stephan Lausanne'ı ve Dr. Cemil (Topuzlu) Paşa'nın hatıralarını okuyordum, çok soğuktu, her yer kardı. Biraz hava almaya çıktım, stüdyoya döndüğümde 'Ey şehr-i İstanbul'u söylüyordum. Sanki uzun yıllardır söylediğim bir şarkıymış gibi, sözlerini ve notalarını yazdım... 'Haydarpaşa'da Ayrılık' da öyle oldu. İçimde başlayan türkü beni nereye götürdüyse oraya yolculuk ettim. Harple ilgili şu kadarını söyleyebilirim, bir gecede donarak ölen 90.000 genç yok bu harpte. Öncesi hariç, 22 Aralık'ta başlamış Sarıkamış Harbi, tekrar sükunete kavuşulması 1915 Şubat'ını buluyor. İnsan iradesinin tahammül edemeyeceği şartlarda, yoklukla, açlıkla, hastalıklarla, soğukla, karla beraber sürdürülmeye çalışılan bir harp var. Doğrusu, ben okuduklarıma bile tahammül edemedim çoğu zaman.
Sıcaktan, yemekten, hele ki uykudan kaçar oluyorsunuz, sanki onların hatırasına saygısızlık ediyormuşsunuz gibi bir his. Varın siz düşünün onların neler yaşadıklarını...
|
|
|