T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kıbrıs'tan Irak'a: Hayallerden gerçeklere dönüş...

Sıra geldi Irak konusuna. Hükümet için (aslında herhangi bir hükümet için) çok zorlu bir sınav bu. Ve, şimdiye kadar yüzyüze kaldıklarının en zoru. Bundan daha kolay, arkalarında kamuoyu desteği bulduğu sınavları alnının akıyla veremeyen bu hükümetin, bu zor sınavdan sıyrılabileceğini, açıkçası, hiç sanmıyoruz.

Abdullah Gül hükümeti, 'Irak sınavı'na oranla, -AB'yle irtibatı nedeniyle de- çok daha kolay olan 'Kıbrıs sınavı'na takıldı. Çankaya Köşkü'nün yüksek duvarları ardında Kıbrıs'ı görüşmeye kalktığı o gece, galiba, iş bitmişti. O toplantı aslında 'bürokrasiye teslim'in ilanıydı. Bu kez de, yani Irak konusunda da, askeri bürokrasinin dediği olacak. Popüler olmayan herhangi bir kararın günahı, hükümetin sırtına yüklenecek. 'Siyasi irade sahibi olmayan' her hükümetin başına böyle şeyler gelir. Bu, kaçınılmaz.

'Siyasi irade sahibi' olmanın göstergesi, 'bürokrasi üzerindeki hakimiyet'tir, ki, bu hükümet tam da bu konuda ve üstelik işin başında, yani 'en güçlü sayılabileceği dönemde' zaaf göstermiştir.

Hükümet, açıkçası, Kıbrıs'ta, konuyu bugüne dek kangren haline getirmekte ve Türkiye'ye sürekli diplomatik başarısızlık yaşatmakta ve AB yolunu tıkamakta mahir olan 'Ankara bürokrasisi'ne ve onun başı gibi çalışan Rauf Denktaş'a teslim olmuştur. Görüntü budur. Hükümetin bu 'teslimiyetçiliği'ni –bizim gördüğümüz gibi, hatta daha yakından, daha keskin biçimde gören- bürokrasi her yönden 'seçilmişler'in üzerine çullanmaya başladı. Cumhurbaşkanı Sezer'in TBMM'nin topyekün iradesini hiç sayan vetosundan, YÖK Başkanı Kemal Gürüz'ün yenilir yutulur olmayan salvosuna dek, ardarda gelen darbelere, hükümet diğer yanağını dönmekle karşılık verdi.

Bunu nereden anlıyoruz?

Rauf Denktaş'ın Camlı Köşk'teki (Çankaya Köşkü içinde) 'yeni karargahı'nda basın toplantısı yapıp, hükümetin Kıbrıs politikasını, 'Başlangıçta yerlerine tam yerleşmediklerinden ötürü sallandılar, tereddütler belirdi. Ama şimdi iyi. Hiçbir görüş ayrılığımız yok' mealindeki sözlerle tanımlamasından. 'Yaşlı kurt', Türkiye'nin hükümetiyle dalga geçiyor. 'Acemiydiler. Öğrettik. Adam ettik. Şimdi mesele kalmadı' diyor. Denktaş'ı yakından tanıyan herkes, bu sözlerinin, hükümetle alay niteliğinde olduğunu ve böyle 'tercüme edilmesi' gerektiğini bilir.

Nitekim, haftasonu, KKTC Başbakanı Derviş Eroğlu da, bütçe hazırlığındaki hükümetten, KKTC için trilyonları koparttı gitti. Abdullah Gül'ün Derviş Eroğlu'yla birlikte yaptığı açıklama, bundan önceki Türk başbakanlarından zerrece farklı değildi. Kıbrıs politikası, eski hükümetin devamı haline dönüşüyor. Aksine hayallerden uzak durmakta yarar var.

Hükümetin, bürokrasiden tokat yedikten sonra, diğer yanağını uzatma politikasının en çarpıcı örneği, YÖK Başkanı Kemal Gürüz'ün 'siyasi manifesto' niteliğindeki, Vahhabilik'ten dahi söz eden ve Ak Parti hükümetini çok ağır bir dille suçlayan, bu noktada 'Rektörler Bildirisi'ni bile aşan sözleri üzerine M.Eğitim Bakanı Erkan Mumcu'nun 'özür dileme' tutumu içine girmesi ve 'acil eylem planı'nın yanlış anlaşıldığından dem vurmasıdır. ANAP'lı Turizm Bakanı Erkan Mumcu, İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu ile polemiğe girdiği vakit, Ak Parti'li Eğitim Bakanı Erkan Mumcu'dan daha yürekliydi.

Bürokrasi önünde secdeye hazır olduğunu gösteren böyle bir hükümetten, Irak konusunda tutarlı ve kararlı bir politikayı gerçekten bekliyor musunuz?

Kıbrıs konusunda daha 28 Şubat 2003'e dek vakit var ve Denktaş da müzakerelerden yana olduğunu açıkladı diye boş umutlara kapılmayın. Denktaş, yıllardır 'müzakereler'den yana. Ama 'çözüm'den yana gerçekten olduğunu görene pek rastlanmadı. Dolayısıyla, sorun, müzakerelerden yana alıp olup olmamakta değil, Annan Planı'na uygun bir çözümden yana olup olmamaktaydı. Bu da 12 Aralık'a kadar geçerliydi. Bir 'tarihî fırsat', bilinçli olarak kaçırtılmıştır.

Eski Dışişleri Bakanı İlter Türkmen, bu hususu, 21 Aralık tarihli Hürriyet'teki yazısında gayet çarpıcı ve anlaşılır bir dille ortaya koymuştu:

" Kofi Annan'ın çözüm paketinin 12 Aralık'tan önce imzalanmasında ısrarı boşuna değildi, çünkü aksi takdirde Güney Kıbrıs, Türk tarafına karşı hiçbir yükümlülük altına girmeden AB'ye katılacaktı. Nitekim öyle oldu. Bundan sonra Kofi Annan'ın paketi bir çözümün bütün unsurlarını kapsayan bağlayıcı bir belge değil, ancak bir müzakere zeminidir, başka bir deyimle her noktası tartışmaya ve müzakereye açıktır. Eli kuvvetlenen ve takvim baskısından kurtulan Güney Kıbrıs'ın müzakere pozisyonunun şimdi daha katı olması kimseyi şaşırtmamalıdır. Denktaş'a gelince, müzakerelere devamı kabul etmiştir, fakat 28 Şubat'a kadar varılabilecek bir çözümün Kofi Annan'ın çözüm paketinin parametrelerinin ötesinde KKTC'nin ve Türkiye'nin lehine olması mümkün değildir. 2003 Nisan'ında ise Kıbrıs katılım antlaşmasını imzalayacaktır. O tarihten sonra BM paketinde öngörüldüğü gibi, AB müktesebatına istisnalar içeren bir çözüm daha da zor olur. Bütün bu olumsuz olgulara KKTC'deki kutuplaşma eğilimlerini ve Güney Kıbrıs'ın Kıbrıslı Türkler'e cazip gelebilecek açılımlarını da katmalıyız. Kıbrıs Türklüğünü sıkıntılı günler beklemektedir. Üzerinde çok durduğumuz güvenlik çıkarlarımız ise asıl çözümsüzlükten zarar görecektir.

Savaşta olduğu gibi diplomaside de stratejik hataları telafi etmek kolay değildir. Her şeyden önce hatalarımızı kabul etmemiz ve bunların tekrarlanmaması için gereken radikal önlemleri acilen almamız gerekir. Gerçeklere dayanmayan bir politika daima hüsranla sonuçlanır."

İsmet Berkan ise dünkü Radikal'de söz konusu 'gerçeklere dayanmayan politika'yı şu satırlarla vurguluyordu: "Çankaya Köşkü'nde yapılan son zirvede, 'Kıbrıs'ta bir anlaşma olsa bile bu anlaşmanın Türkiye'nin tam üyeliği gerçekleşene dek askıda tutulması' kararı alındığı anlaşılıyor. (Rauf Denktaş, önerisinin bu olacağını açıkladı zaten cç) Bu kararın mantığını anlamaya imkan yok. Daha doğrusu, AB ve BM'nin karşısına böyle bir taleple gitmenin tek anlamı var: Kıbrıs, Türkiye'nin rehinesidir, siz Türkiye'ye üyelik vermezseniz Kıbrıs'ta çözüm bulamazsınız."

YÖK'ten zılgıt yiyip sinesine çeken hatta özür dileyen, Dışişleri bürokrasisinin bakanıyla ve başbakanla zorlanmadan oynayabildiği böyle bir hükümetle, 28 Şubat'a dek Kıbrıs'ta bir çözüme gidilebileceğini gerçekten düşünebiliyor musunuz?

Irak'a ilişkin ne kararı, hangi güçle, nasıl bir 'vizyon'la alacağını sanıyorsunuz?


24 Aralık 2002
Salı
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED