|
|
FADİME ÖZKAN
Beni, hurûfâtın dünyasına çeken şey, aslında sıradan bir çaba: 'Hayat'ın içkin ve aşkın anlamlarını keşfetme, sezinleme, yorumlama ve dolayısıyla 'dünya'ya yeni anlam hâleleri katma hissi, hassasiyeti.. Bilindiği gibi, İbn Arabî'ye göre, "mevcudat Allah'ın kelimeleridir" ve kelimeler ise harflerden oluşur. Yine Arabî'ye göre, harfler de diğer varlıklar gibi bir "ümmet"tir. Bu kâinat bir kitaptır; "büyük bir Kur'an'dır"; kitap da bir kâinat.. İnsan ise, hem Kur'an'ı ve hem de kâinatı anlamak/anlamlandırmak için vardır. Şair farkında olsun/olmasın, harfler-heceler-kelimeler yoluyla hayatın, varlığın, varoluşun esrârını çözmek için yazar. Hisseder, hissettirir; sezinler, sezdirir.. Estetik bir şiir dünyası oluşturmak, hayatın içkin/aşkın anlamlarına dair yeni ve ışıklı bir pencere açmaktır. Rakamlar dururken, hurûfâta yönelişin başka bir izahını bulamıyorum doğrusu ben. Kozmik bilincin dışavurum araçlarından biri olan şiir marifetiyle, harflerden varlık ve yaradılışla ilgili anlamlar üretiyorsunuz. Sükûtun şiire çevrilmesi süreci sizde nasıl işliyor? 'Mutlak sükût'un hurûfât yoluyla dile getirilebileceğini sanmıyorum. Zaten, buna ihtiyaç da yoktur, olmaz! Bunu, şairin sükûtuyla karıştırmamak için söylüyorum. Zira, geçicidir şairinki.. Zaman zaman söylemek için sükût eder o. İzlenimci bir yapımın olduğu muhakkak. İzlenim formları birikir birikir, yani rüzgâr eser eser, sonra ortalık yatışır, ilk algılar yerini daha sahih ve güçlü hislere bırakır ve bütün bunlar bir gün yazma esnasında içerik kazanır ve dolayısıyla yeni anlam kümeleri oluşur. Hâtıralardan çok kuvvetli destek alırım. Mâzî, benim için, tam anlamıyla bir deryadır. Bu hususta çok şanslıyım! Sükût, harf, söz, kelime, hece, alfabe... gibi söze ait kullanımlar şiirinizde belli bir yekûn tutuyor. Tüm bunların imgeleminizdeki yerinden bahseder misiniz biraz? Ses'i de ilâve edebiliriz saydıklarınıza. Bunlar, dünyayla ve hayatla iletişim kurmanın belli başlı imkânlarıdır. Varoluşun temel taşlarıdır. Dil evinin harcıdır bir bakıma.. Sanki özellik ve öncelikle şair için yaratılmışlardır. Dizelerdeki kırılmalar, bazen kip değiştiriyor ve başka anlamların okunmasına yol açıyor. Kovaladığınız anlam nedir? Farklı okumalara, açılımlara, anlamlara yol açmak... Evet, siz söylüyorsunuz zaten; tastamam bu! Şairin yegâne görevi ve amacı da budur bana sorarsanız: Çokanlamlı bir üst-dil oluşturmak! Başka türlü yeni bir estetik dünya kuramazsınız.. Benim "Perdeler" kitabım da dahil, o günden bu güne yazdığım hemen hemen tüm şiirler, yüksek volümlü okumalara açık olsa da, daha ziyade iç-okumalara, 'içerden' ve sessiz okumalara elverişlidir. Sükût eder gibi okumak/okunmak.. Şair kalbindekini, ancak sükût eder gibi dile getirebilir bazen: "Kendine bile açma; kalbini kalbinden sakın!" mısraını, elbette lâf olsun diye yazmadım! Şiirinizde söz-sükût, asl-kisve, ruh-ten gibi varlığın boyutlarına ilişkin yoğun göndermeler var. İki boyut arasına sıkışıp kalmak ama bir yandan da hakiki olana perde aralamaya azami çaba harcamak, sizce bu çağ insanının ve metafizik arayışın sırça sözünü kuran şairlerinin asıl problemi midir? Kesrette vahdeti aramak/bulmak: İşte bütün mesele ve her meselenin başı.. Boşuna dememiş şair: "Sîreti sûrette temaşaa eylemektir hüner/Nice kâre gözleri mahvetti hayâl perdesi"..
Büyük şiir metafizik kaygudan doğar
Geri dönüp baktığınızda, şiir çizginizi nasıl yorumluyorsunuz? Mağara Külleri'yle başlayan bu çizgide Hurûf-î Meâl'in yeri neresidir? Bunu yorumlamak bana düşmez elbette.. Öte yandan, şairler kendi şiirlerine 'dışardan biri' olarak bakmayı pek de becerememişlerdir bizde. Korkarlar, mahvolacaklarını sanırlar.. Örneğin, kendini milât sanan bir şairden bunu bekleyebilir misiniz? Oysa hepimizin şiirinin belli açılardaki zaafiyeti söz konusudur. Şahsen benim en büyük eksikliğim ve aynı zamanda şiir idealim, daha da "derinleşmek" ve buna bağlı olarak daha çaplı bir "metafizik dünya" oluşturmak kaygusudur. Başka türlü, yani "metafizik kaygu" duymadan 'büyük şiir'e kapı aralayamazsınız. Yukarıda da işaret ettiğim üzere, şiir çizgimin iki ana eksende yol aldığı söylenebilir/söyleniyor. "Perdeler"e kadar gelen çizgi ve sonrası.. İlk çizgide, örneğin "Adımlarımın Gizli Sokağı"nda 'şiddet' ögesi baskındır. İkinci çizgide, örneğin "Gecediloldu"da 'ben' hissi/söylemi hiç ortaya çıkmaz, gizlidir. Bunu fark eden olmadı bugüne kadar, onun için söylüyorum. "Hurûfî Melâl"in ikinci bölümündeki 'mensur' şiirlerin, tamamı bu tarz şiirlerden oluşacak yeni bir kitaba dönüşeceğini de söylemek isterim bu arada. Tezgâhta onlar var.
Sahih şiir hep vardı, varolacak!
Şiirin popülerleşmesi biçimlerine tepkisini sık sık
dile getiren İhsan Deniz, "Türk şiirinin günümüzdeki durumunu nasıl bir yorumluyorsunuz?" sorumuzu şöyle cevapladı: "Sahih şiir hep vardı, bugün de var ve olacak. Popüler tüketim kültürünün ihtiyaçlarını karşılayan birtakım eğilimler, son yıllarda irtifa kazandı. Bundan bir şey çıkmayacağı belli. Şiirin Türkiye'yi ve hatta dünyayı kurtarması gerektiğini zannedenlerden de bir şey çıkmaz,
çıkmayacak. Şiiri, yalnızca "şiir" olması için yazan çabalar...
işte o çabalar günümüz şiirini yarına taşıyacaktır.
Şahsen, sadece onları önemsiyorum..."
|
|
|