T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
İlke lisanından anlamayanlara fayda dili...

Irak Savaşı'nın sadece Irak'la ilgili olmadığı ortada. ABD'nin Ortadoğu bölgesini her unsuruyla yeniden dizayn etmeyi hedeflediğini "ciddiye alınır" hemen tüm gözlemciler ve stratejistler teslim ediyor, ABD devlet merkezinde üretilen belgeler bunu doğruluyor.

Üstelik ABD'nin petrol ve doğal kaynaklarının çoğunluğunu barındıran, en önemli stratejik merkezleri oluşturan Kafkasya ve Ortadoğu merkezli "Avrasya projesi" yeni değil.

Ünlü stratejist Brezinski'nin daha yıllar önce "ABD'nin önümüzdeki 50 yıl içinde temel hedefinin Transkafkasya ve Ortadoğu'yu politik ve ekonomik açısından kontrol etmek olduğunu" ve "dünya kontrol merkezinin bu bölgeleri denetleyen ellerde olacağını belirtmesi" boşuna değildi.

Kaldı ki, Clinton döneminde de ABD politikası ve hedefleri bugünküyle aynıydı.

NATO'nun işlevinin değiştirilmesi, insan hakları temasının milli egemenlik fikrinin önüne geçerek, hak ihlali durumunda üçüncü ülkelere askeri müdahale sonucunu yaratabilmesi, AB'nin sınırlarının demokrasinin gideceği uç noktaya kadar uzanması gerektiğini belirten, AB ve Türkiye üzerinden, insan hakları ve demokrasi araçlarıyla bir "Transkafkasya kontrolu" politikasının unsurlarını içeren 1999 İstanbul AGİT sonuç metni bu durumun açık kanıtlarıydı.

Dünden bugüne değişen amaçlar değil, bu amaca ulaşmak için kullanılan araçlar...

11 Eylül'ün de katkısıyla Bush yönetimi "araç" olarak "demokrasi" yerine "askeri mekanizma"yı, "insan hakları" yerine "savaş makinesi"ni ön plana çıkardı.

Hayati olan da bu...

Zira toplumların yaşamında da, uluslararası ilişkilerde de sıkça usuller esaslardan, araçlar amaçlardan daha belirleyici olurlar.

AB, ABD, Rusya ve Ortadoğu arası ilişkiler açısından ve 21. yüzyılın yeni güç dengeleri arayışında bu kez karşımızda Clinton döneminde olduğu gibi "diplomasi, uzlaşmalar, paylaşımlar ve ilkeler süreci" yok. Tam tersine bir "kaba kuvvet ve kendisini dayatma süreci" var.

Bu ikinci süreç sadece yaratacağı "insani tahribat" açısından değil, "ekonomik, siyasi, etik tahribat" açısından da son derece önemli. Ve bu ikinci tür tahribat sadece savaş alanlarında değil, uluslararası ilişkiler ve uluslar arası hukuk süreci çerçevesinde tayin edici...

Örneğin Irak konusunda Bush'a karşı çıkan Alman Başbakanı'nın ABD'liler tarafından istifaya davet edilmesine kadar uzanan, Bush-Blair arasında bile son günlerde bazı anlaşmazlıklara, ABD-AB arasındaki mesafenin açılmasına yol açan gelişmeler bu durumun tipik göstergelerinden.

Oyun aslında tek taraflı ve ABD dışında herkesin kaybedeceği nitelikte. Tek oyuncu olan ABD'nin söylediği açık:

"Askeri araçlarla yeniden dizayna gidilecek, tüm bölge ve ülkeler iç yapılarına çıkacak fatura ne olursa olsun temelde bir ABD askeri üssü haline gelecek, bu çerçevede Türkiye, AB ülkeleri ve diğerleri yanımızda olacak, yanımızda olmayan ise karşımızda yer alacak..."

Resim açıktır:

Dünya bir askerileşme süreciyle, bir iktidar sorunuyla, uluslararası güç dengelerinin yenilenmesi haliyle karşı karşıya...

Türkiye ise bu gelişmelerin tam merkezinde yer alıyor ve "bağımlı bir değişken" olarak birbirinden tehlikeli iki seçenekle karşı karşıya bırakılıyor.

1. Ya Kuzey cephesinin açılmasına müsaade etmeyecek, ABD-Türkiye ilişkileri ciddi bir krize girecek ve sonuç olarak bu durumun bedeli Türkiye'ye ekonomi ve iç istikrar açısından ödetilecek.

2. Ya da Türkiye ABD taleplerine şu veya bu düzeyde boyun edecek, bu çerçevede neredeyse işgal edilen ülke konumuna düşerek, yani Katarlaşma sürecine girerek, bir bölgesi "yalın ve fiili bir ABD üssü" haline gelecek. Ayrıca aynı çerçevede belki de kendi topraklarını da hedef alacak bir siyasi dizaynın parçası, "edilgen seyirci"si olacak...

Asli unsur, yani savaş karşıtlığı, askerileşme sürecine karşı çıkma bir yana, salt fayda açısından bakılsa bile Türkiye için tek çıkış birinci şıkkı zorlamaktır.

Zira ikinci şık mutlak kayıptan başka sonuca yol açmaz.

Birinci şık ise, özellikle Gül'ün harekete geçirdiği Arap dünyası ve sinyaller ulaştırdığı Avrupa'nın farklı tavrını tahrik etme ve ABD'yi bir ölçüde durdurma ya da farklı pazarlıklara itme ihtimali taşımaktadır.

Hal böyleyken, "faydacıları", yani Türkiye'deki ABD ve savaş yanlılarını anlamak mümkün değildir...

Onlarda ya olması gerekenler çok "eksik" ya da olmaması gerekenler haddinden "fazla"...



21 Ocak 2003
Salı
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED