T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Gül'ün tek seçeneği

Hükümetin muhtemel Irak operasyonuna ilişkin siyaseti, sadece ABD'nin işlerini nasıl görüp göremeyeceği açısından değil; savaşın Türkiye üzerindeki etkilerinin tolore edilmesi açısından da önem taşıyor. Zayıf ihtimal ama savaş gerçekleşmezse, Türkiye'nin bu sonuçtan hem uluslararası planda hem de içeride bir istikrar manivelası olarak yararlanması mümkün olacaktır. Savaş gerçekleşirse de Başbakan Abdullah Gül'ün bölgesel çapta sürdürdüğü savaş karşıtı politika nedeniyle, piyasalar müdahaleden doğacak politik kaos beklentisini erkenden tükettiği için kriz maliyeti de düşecektir. Hükümet en azından, bu savaşın bizim savaşımız olmadığı konusunda kamuoyunu hazırlamış görünüyor. Bu tavır, "çizgiden sapılmadan" sürdürülürse kamuoyu, muhtemel bir müdahalede paniklemek yerine, hükümetin piyasaları düzenleme araçlarına sadık kalabalir; yani ikinci bir krizin oluşması elbirliğiyle bertaraf edilebilir.

Direnmeye devam edebilmek

Peki, Gül Hükümeti'nin bugünkü çizgisini devam ettirmesi mümkün mü? Zor... Zor ama, politika denilen şey de zaten bu zorlukta gizlidir.

Gül, ABD yönetiminin bilgisi dahilinde olsa da İslam ülkeleriyle birlikte verdiği "savaş karşıtı fotoğraf" nedeniyle artık safını belirlemiştir. Kapalı kapılar ardında yapılacak görüşmeler, pazarlıklar ya da stratejik "al-ver"ler ne kadar önemli olsa da hükümetin tutumunun değişmesi için, bir mazeret teşkil etmeyecektir. Gizli görüşmelerin gündemi ne olursa olsun, hükümeti de o hükümetin içinden çıktığı Meclis'i de bağlayan Başbakan'ın verdiği görüntüdür.

Dolayısıyla, tutum değişikliği görüntüsü yani çizgiden sapma ihtimali da hükümet için aynı zamanda en büyük tuzaktır.

Bugünkü direnç politikasının hükümet lehine pozitif sonuçlar üretebilmesi ancak bu politikada ısrar ile mümkündür. Özellikle, müdahale ihtimali güçlendikçe, geri sayım hızlandıkça sabit kalabilmek daha da büyük önem kazanacaktır. Zira Türkiye, sadece ABD'nin müdahalesine karşı bir tutum sergilemekte kalmamış, resmen ABD'yi anladığını gösteren bir açıklama da yapmamıştır.

Ankara'yı bağlayan bir başka tutum da "BM kararını beklemek" sözü olmuştur. Büyük ihtimalle zaman kazanmak için söylenen bu cümle, şimdi iki açıdan da sorun vaadetmektedir.

BM Güvenlik Konseyi müdahaleyi haklı kılacak bir karar verirse, bu herkesin tahmin edeceği gibi ABD'nin etkisiyle olacaktır ve savaş yine meşru sayılamayacaktır. Ama, bu durumda Türkiye'nin ABD'ye direnmek anlamında yeni bir manevra imkanı kalmayacaktır.

BM, "olmaz" derse...

Öte yandan... BM'den bütünüyle savaş karşıtı bir karar çıksa bile, ABD buna aldırmayarak yine de vuracak ve üstelik öfkesi bir kat daha artmış olacaktır. Yani, Türkiye'nin stratejik ya da askeri ya da daha kötüsü biraz tehditkar şekilde ekonomik destek karşılığı ortaklığına daha fazla ve daha acil olarak ihtiyaç duyacaktır. Şurası artık belli ki ABD, yola çıkarken Türkiye'yi "elde bir" saymıştır ve bugün olup bitenleri de hükümetin kamuoyuna karşı konumunu muhafaza bağlamında değerlendirmektedir. ABD yönetimi sözcülerinin verdikleri demeçlerin satır aralarında, bu niyet ve algılama gizlidir.

Ankara ziyareti, Amerika'nın Türkiye'den isteklerinin hangi boyutta olduğunun bir delili de sayılabilecek ABD Genelkurmay Başkanı Myers'in şu sözlerinde de aynı noktalar dikkat çekmektedir: "Türkiye her zaman işbirliğine açık olmuştur, Türk Silahlı Kuvvetleri ile bu işbirliğinin ayrıntıları görüşülmektedir. Buradan da Türkiye`nin çok önemli bir stratejik pozisyonu olmaya devam edeceğine ikna olmuş şekilde ayrılıyorum."

Irak bölgenin sorunu

BM kararına endekslenmek Ankara'ya zaman kazandırdıysa da bu imkan artık giderek daralmaktadır. Zaman sorunu sadece Türkiye için değil, Türkiye'ye paralel politika izleyen ülkeler için de geçerlidir. Bu nedenle, Perşembe günü bakanlar düzeyinde de olsa toplanacak 5'li zirvede de yine sadece BM'ye atıfta bulunulmamalıdır. Aksi halde, ABD'yi durdurabilmek için umutsuz da olsa son fırsat harcanmış olacaktır.

Zirvede fırsat kaçmamalı çünkü, Irak'ı işgalden kurtarmak, bölge ülkelerinin ortak sorumluluğudur ve muhtemel işgal bütün bu ülkeleri olumsuz etkileyecektir. ABD; Mısır, Suriye ve İran'dan Türkiye'den istediklerini telep etmiyor. Bu nedenle İslam düyasının, Ankara'nın direnç politikasını cesaretlendirici bir tavır takınması şarttır.

Abdullah Gül için artık bugünkü pozisyonunu sonuna kadar devam ettirmekten başka seçenek bulunmaması da cesaretlendirici politika ihtiyacını acil kılmaktadır.


21 Ocak 2003
Salı
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED