T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i
Bilgisayar'da fiyatları indirdik

Y A Z A R L A R
Zor sorular…

Düşünsel planda önümüzde 'zor sorular' duruyor. Bu sorulara acele ve kestirme cevaplar söz konusu değil. 'Tepkisel polemikler' hiç değil. Bu soruların cevaplarını aramak ve bulmak için zaten uzun yıllar gerekecek. Sorular ise, bu zaman zarfında, cevaplarını bekleyerek orta yerde duracaklar.

Bu 'zor sorular'dan biri 'siyasi alan'ı ifade ediyor. Bu konuda, işte önemli Alman gazetesi Die Zeit'in yayıncısı ve genel yayın yönetmeni, Avrupa'nın 'stratejik beyinleri'nden Josef Joffe'nin 'Avrupa ve Teröre karşı Mücadele' başlıklı konuşmasından alıntılar:

"… Amerikan yönetiminin 11 Eylül'den itibaren oluşturduğu koalisyon boyutu ve onu oluşturmaktaki olağanüstü yetenek ve sürat açısından çok başarılı… Avrupa ve başka yerlerde ülkelerin aniden Amerika'nın yanında saf tutması, bunun açıklamasına gerek duyurtan bir olgu. Konvansiyonel aklı işlevsiz kılmak için ne oldu ki?

İşin başında Avrupalıların, 11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren teröristlerin ayrı bir yapıda olduğunu anlamaları geliyor. El Kaide ve türevleri, küreselleşmenin ürünleri ve ondan yararlananlar. Bu saldırıları gerçekleştirenler yolcu uçakları kullandılar, Hamburg'da öğrenim gördüler, Florida'da uçuş dersleri aldıları, cep telefonları kullandılar, yüksek hızda şebekelere, e-mail'e ve küreselleşmiş bankacılık sistemine girebildiler. Eğer eylemin yürürlüğe konması için hazırlık yapılan yer Almanya ise, terörün bankacılık sistemi İngiltere idi. Açıkçası terörün doğası derin biçimde değişmişti…

Bu savaş sadece askerlerle değil ama aynı zamanda bankerlerle, polisle, gümrük memurlarıyla ve enformasyon teknolojisi uzmanlarıyla yürütülecek bir savaş. Esas olarak, bu ihtilaf, iyi ve kötü küreselleşme arasında. Bu çatışma, aynı zamanda bir uygarlık mücadelesi ama Huntington'un belirttiği anlamda değil. Koalisyonun iç çeperi Kuzey Amerika, Avrupa'nın büyük bölümü, Latin Amerika'nın çoğunluğu ve Pasifik kuşağının hayli gelişmiş ülkeleri, Avustralya ve Yeni Zelanda'dan oluşuyor. Bu, Samuel Huntington'un öngördüğünden çok daha geniş anlamdaki 'Batı'dır. Bu bölgeler tümüyle Amerika'nın 1950'lerde oluşturduğu ittifaklar sistemiyle örtüşüyor; başka bir deyimle anti-Sovyet günlerinin 'Hür Dünya'sı.

Bu bölgeler, ortak ve dayanıklı çıkarlar ağıyla birbirine bağlanmış küreselleşmiş dünyanın özüdür. Aynı şeyi, temel olarak, Rusya ve Çin'den oluşan koalisyonun ikinci çeperi için söylenemez. Ama ikinci çeperde yer alan ülkeler, küreselleşmiş dünyaya katılmak için gerçekten gayret ediyorlar ve bu nedenle koalisyona dahiller. Ancak, mevcut koalisyonun üçüncü, dış çeperi - Arap Ortadoğu'su ve genel olarak İslam Dünyası- küreselleşmenin bir parçası değil ve ittifakın geri kalanını yönlendiren dürtüleri paylaşmıyor. Dolayısıyla, bu ülkeleri (koalisyona) dahil etmek yanlış olmuş olabilir. Koalisyonun dış çeperindeki ülkelerin koalisyonu güçten düşürdüğü söylenebilir."

Peki, 'Arap Ortadoğu'su ve genel olarak İslam dünyası' küreselleşmenin içine nasıl yerleşecek? Josef Joffe, bunu tartışmıyor. Ortaya koyduğu tablo, Huntington'un 1990'larda ortaya attığı 'Medeniyetler Çatışması' hipotezinden, 2000'ler için çok daha 'tehlikeli' bir içerik ifade ediyor.

Ünlü İngiliz tarihçisi Paul Johnson'un 'Why the West is Best? - Niçin Batı En İyisi?' başlıklı yazısı daha da 'zor soruları' beraberinde getiriyor. Zira, Paul Johnson, Batı'nın Greko Romen (Eski Yunan ve Roma) ve Judeo-Chretien (Yahudi-Hristiyan) ahlaki ve yasal arka planına bağlıyor. Burada 'anahtar kavram' hukukun üstünlüğü. 'Hukukun üstünlüğü'nün Batı uygarlığının en büyük gücünü oluşturduğunu ve bunun yüzyıllar süren mücadele ve birikimle oluştuğunu anlattıktan sonra, şu son derece ilginç satırlara yazısında yer veriyor:

"… Bu düzinelerce avantaj ve karşılıklı ilişkilerinden, kapitalizm evrildi. Bu tam anlamıyla bir 'izm' değildir; doğanın bir süreci, insan gelişmesinin belirli bir düzeyinde - hukukun üstünlüğü ve bireysel özgürlük ölçüsünün en önemli katkı maddeleri olduğu- kendiliğinden oluşmuş bir durumdur… Üniversite ve kütüphanenin, laboratuvar ve sinemanın, izafiyet teorisi ve psikoterapinin olduğu kadar, Batı uygarlığının bir ürünüdür. Coca-Cola ve Mc Donald's, Metropolitan Opera ve New York Kamu Kütüphanesi'nin alternatifleri değiller. Bunların dördü de, özgürlük ve yasal belirliliğe dayanan ve zenginlik oluşturan ve bilgi üreten sürecin ürünleridir.

Dahası, kapitalizm insan doğasına dayandığı ve dogma olmadığı için; kendini düzeltebilir. Pazarın özgürlüğü, bu düzeltmelerin, kısa ve uzun vadeli sorunlara ilişkin olarak, her zaman yapılabilmesini sağlar. Dolayısıyla 'kapitalizmin krizi' deyimi yanıltıcıdır. Kapitalizm, büyük ve küçük, sürekli krizler arasından ilerler, derslerini özümser ve bu sayede uzun vadede üretkenlik ve yaşam standartlarını sürekli arttırır.

Gerçekten Batı uygarlığının özeleştiri ve kendini düzeltme yeteneği -sadece zenginlik üretmekte değil, insan faaliyetinin her alanında- rakiplerinin üzerindeki en tayin edici üstünlüğünü teşkil eder… Dünyadaki bütün sistemler, bu arada Japon, Çin ve Hint, Batı'dan çok şey öğrenmişler ve yararlanmışlardır.

İslam dünyası Batı'nın belli başlı mükemelliyetlerini benimsemekte en az istekliği olanı olmuştur. Hammadde zenginliklerine rağmen, yoksul, özgür olmayan ve mutsuz bir durumda bulunmasının sebebi budur. (İslam) ülkeleri, İslam kendisini reforme edene, hukukun üstünlüğünü kucaklayana, kendi demokrasi biçimini sunana ve böylece modern dünyada etkili bir oyuncu olana dek, Batı ile rahatsız ilişkilere sahip olacaklardır."

Gerçekten böyle mi? Paul Johnson haklı mı?

Nereden baksanız, bunlar 'zor sorular"… Polemiğe girişmekte, hemen cevap yetiştirmekte acele etmeyin. Çünkü, 'zor sorular'…


22 Kasım 2001
Perşembe
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED