T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i
Bilgisayar'da fiyatları indirdik

R Ö P O R T A J
Türk aydını halkı
hep aşağıladı

Bugün eğer Türkiye'de de birtakım şeylerin geri olduğu düşünülüyorsa bunda İslam medeniyetinin veya İslam düşüncesinin en küçük dahli yoktur. Tersine yönetenlerin basiretsizliği ile ilgisi vardır.

11 Eylül, modern dünyanın referanslarını sarsmış görünüyor. Rasyonalite ve modernitenin içi de boşalıyor mu?

Her halükarda ilk vuruşun psikolojik etkileri devam edecek ve insanın artık hiçbir yerde kendisini güvende hissetmemesi gibi bir temel güvenlik sorunu olacaktır.

Ama rasyonalite ve modernite gibi kavramlar Avrupa medeniyetinin temel kavramlarıdır ve bu medeniyetin yok olması gibi bir şey sözkonusu olmadığına göre bu kavramlar geçerliliklerini devam ettirecekler. Bir medeniyetle birlikte var olurlar ve ancak o medeniyet ortadan kalkınca yok olurlar.

Siz modernleşmeyi referansların tepetaklak olması şeklinde tanımlıyorsunuz. Bu, insanlık tecrübesinin topyekün kullanılmaz hale gelişi mi demek oluyor?

Özellikle Türk modernleşmesi bağlamında söylediğim bir şeydi. O da şudur: Bir medeniyet dairesine girilirken onun referanslarını almamız gerekiyor. Demokrasi, sivilleşme, insan hakları, farklılığa saygı vs. vs. Ama, bu temel koyucu kavramlar yerine birtakım simgeler alınmıştır. Mesela bir insanın fesi çıkarıp şapkayı giymesiyle, Arap alfabesi yerine Latin alfabesinin alınmasıyla Batılı olunduğu düşünülmüştür. Bunlar birer simgedir ve Avrupa uygarlığının birer parçasıdır.

Sizin oryantalizme karşı stratejik atışlarınızın nedeni bu galiba?

Oryantalizm Türk aydını üzerinde çok kuşatıcı bir baskıdır. Yakup Kadri'nin Yaban romanını bilirsiniz. Bir subayın yerleştiği köydeki Türk insanını anlatışına dikkat çekmek istiyorum: "Bunlar cahildir, aptaldır, pistir, temizlenmezler. Sadece ve sadece çıkarlarıyla dünyayı kavrarlar ve hatta birer hayvandırlar." Romanın yazıldığı tarihlere bakıyoruz, onu okuduktan sonra insanın Naipaul'a veya Salman Rüşdi'ye kızmaması gerekir. Kendi insanına bu kadar ağır ve aşağılayıcı bir tavır ancak oryantalizmle izah edilebilir.

Bir de cumhuriyetin modernleşme projesinin sapması olarak da izah edilebilir mi?

Tabiî, cumhuriyetin modernleşme projesinin referansların tepetaklak edilmesi üzerine inşa edilmiş bir proje olduğunu düşünürsek, bunun böyle olduğu açıkça ortaya çıkar. Balkan Naci, "Türk insanının bilinci istediği kadar modernleşmiş ya da Batılılaşmış bir görüntü verirse versin, bilinçdışımız bizi kaçınılmaz olarak oryantalizm gerçekliği ile yüz yüze getiriyor" der. Türkiye'de oryantalizmin bizim aydınımızın bilinçdışımızı yapılandırdığını görürüz. Üstelik, bu tavrı alan bunun ayırdında da değildir.

Siz bir "oryantalist avcısı!" olarak bunun ne gibi tezahürlerini gözlemliyorsunuz?

Tabiî, 11 Eylül veya 28 Şubat gibi hadiseler bu konuda çokça malzeme ortaya çıkartıyor. Bütün güncel değerlendirmelerin arkasında, "Biz Müslüman bir toplumuz ve Müslüman toplumlar geridirler, halkları da cahildir" anlayışı var. Avrupalı için bir tek kendi medeniyetleri vardır ve İslam'ı bir medeniyet olarak değil sadece bir din olarak kabul ederler. Karşılaştırmaları da böyledir. Bizim oryantalistlerimiz de bu kabulden yola çıkıyorlar. "Bunun kurallarını yerine getirmek zorundayız" diye düşünüyorlar. Bu ister istemez temelde başka bir meseleye çıkıyor. Oryantalizm, antropolojik bir meseledir ve ilkel-uygar ayrımı üzerine müessestir. Buna göre, insan toplulukları Avrupalılar yani medeni insanlar ve geriye kalanlar olarak ikiye ayrılmıştır. İkinci gruptakiler ancak, Avrupa medeniyetinin içinden konuşmaya ve yaşamaya başladıkları zaman medeni addedilebilirler.

Bizim Avrupa Birliği projemizin, medeniyet yenilgisinden başka bir şeye oturtulup anlamlandırılması mümkün mü?

Benim, doğru referanslar üzerine, medeniyetin temel koyucu kavramları üzerine inşa edilmiş Avrupalılaşma'ya itirazım yok. AB üyesi olalım. Ama Avrupa'nın oryantalist yüzü var. Türkiye Cumhuriyeti aydını, kendi kültürünü ve uygarlığını bunlara kabul ettirme gibi bir misyonla da muvazzaf olmalıdır. Siyasal kriterlere itiraz yok ama onların ideolojik kriterlerine karşı kendimizi savunabilecek ideolojik mekanizmaları da inşa etmeliyiz.

Din ve rasyonalitenin uyuşmazlığı görüşüne karşı çıkıyorsunuz. Cumhuriyetin kuruluşunda bu konuda çok keskin bir ayırım vardı. Bunun tezahürleri neler oldu?

Rasyonalite, Aydınlanma'dan sonra iki türlü alındı. Bir eleştirel akıl olarak kavranması ve aklın tanrılaştırılması. Jakobenler için rasyonalite akıl herşey ve Kadir-i Mutlak. Hatta, Robespierre akıl için Deesse-Raison –Tanrıça Akıl- diyor. Türk modernleşmecileri Aydınlanma'yı da yanlış referansla temellük ettiler. Aklın mutlaklaştırılması sonucudur ki, bugün karşı karşıya kaldığımız sorunları yaşıyoruz.

Bunun nedeni, dinin bir an önce hayattan dışlanmasını sağlamak olabilir mi?

Böyle bir çabanın sonuç alabilmesi hiç şüphesiz mümkün değil. Fransız İhtilali'nde bu denendi ve aradan 40 yıl geçmeden Fransa'da çok şiddetli bir dînî canlanma yaşandı. Antropolojiye göre bir insan toplumu olabilmesi için o insanların beş şeyi; akrabalık ilişkisi, siyaseti, ekonomisi, teknolojisi ve mutlaka dini olmalıdır. Din bir insan cemiyetinin olmazsa olmaz şartlarından birisidir.

Bu noktada... Türk laikliği nasıl bir laikliktir?

Lakilik siyasal bir mesele olarak din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Bu, Türkiye'de böylesine iki taraflı işlemiyor. Türkiye'de kamusal alan laikliğin alanıymış gibi görünüyor ve burada insanlar ancak laik kimlikle görünebilirler gibi anlaşılıyor. Ben laikliği bir kültür problemi olarak ele alıyorum. Lakilik bu manada, bizde insanları laik olmaya dönüştürme aracı haline gelmiştir. Oysa laiklik sınır çizer ve bir alanı ötekine dönüştürmez, iki şeyi birbirinden ayırır.

Başörtüsü yasağı da herhalde dönüştürme çabasının en bariz örneği...

Gayet tabiî. Başörtülü insanlar devlet işine karışıyor ya da devletin nasıl olması gerektiği konusunda herhangi bir fiilde bulunuyorlar mı? Bulunurlarsa o zaman, "bak sınır burada" dersin. Demokratik talepte bulunmak başka, "ben bu düzeni değiştireceğim" diye ortaya çıkmak başka birşeydir. Buna iyi teşhis koymak lazımdır. Öyle görünüyor ki, devlet elde bir kanıt yokken bu insanların bir şeriat devleti kuracağını düşünüyor. Peki, bu kıyafetin devlete karşı bir niyet taşıdığını nereden biliyorsun? Devletin laiklik anlayışı işte bu.

Yazılarınızda belirgin bir İslam medeniyetçiliği var. Bu, yazdığınız gazete ile ilgili bir durum değil herhalde...

Hiç alakası yok. Beni başından beri bunları yazmış ve söylemişimdir. İslam Medeniyeti diye bir medeniyet vardır ve bu büyük bir medeniyettir. Farklılıkların her zaman gözetilmesinden yanayım, ama bir medeniyetin bir başka medeniyet üzerinde üstünlük kurmasına, hegemonya kurmasına karşıyım. Biri iptidai öbürü medenidir.

Sözgelimi, ekonomik itibariyle İslam ülkelerinin geri olması bir kıyaslama imkanı sağlamaz mı?

Bu hiçbir şeyi ifade etmez, medeniyetleri asla tartmaz. Bizim ekonomimizin Avrupa'dan geri olmasının medeniyetle değil ülkeyi idare edenlerle ilgisi vardır. Bugün eğer Türkiye'de birtakım şeylerin geri olduğu düşünülüyorsa bunda İslam medeniyetinin veya İslam düşüncesinin en küçük dahli yoktur.


 
HİLMİ YAVUZ
1936 yılında İstanbul'da doğdu. Babasının memuriyeti dolayısıyla ilkokulu Terme'de, ortaokulu Siirt'te, liseyi de Kabataş Lisesi'nde bitirdi. 1960'lı yılların başında İngiltere'de Londra Üniversitesi'nde Felsefe Bölümü'nü bitirdi. Türkiye'de Mimar Sinan ve Boğaziçi üniversitelerinde felsefe ve uygarlık tarihi dersleri verdi. Bu yıl emekli olduktan sonra, Bilkent Üniversitesi'nde ders vermeye başladı. Aynı anda Boğaziçi'nde İslam Düşüncesi'ne giriş dersi veriyor.
Ümraniye'deki Kızılderililer, Nişantaşı'ndaki İspanyollar'a karşı!
Genç Fransız felsefecisi Christian Delacampagne 'nin "Öteki" diye bir kitabı çıktı. Bu kitapta, İspanyollar ile Kızılderililer arasındaki ilk karşılaşmayı kurgulayarak anlatıyor. İspanyollar, çıplak, yüzleri boyalı, ellerindeki sopalı Kızılderililer'i görünce "bunlar acaba insan mı?" diye düşünüyorlar. Kızılderililer ise, sakallı, miğferli, ellerindeki silahlarla gelen İspanyollar için "bunlar acaba tanrı mı?" diye düşünüyorlar. İkisi de insan gerçeklikte ve aynı düzeyde birleşmeleri gerekirken, biri ötekinin üstün diğeri de daha aşağı görüyor. Bu, ötekileştirme tavrı bizde de var ve Nişantaşı'ndakiler Ümraniye'dekilere göre birer İspanyol'dur. Nişantaşı'ndaki de Ümraniye'dekini Kızılderili olarak görüyor. Ama Nişantaşı'ndakilerin Avrupalı karşısındaki tavrı farklıdır. O zaman Kızılderili'ye dönüşüyor ve Avrupalı'yı insanüstü görmeye başlıyorlar. "Biz adam olmayız, Avrupa'ya gidin görün vs."

Nobel ödülü beni rencide etti
V.S. Naipaul'un Nobel ödülü almasına "Nobel ödülü bir İslam düşmanına verildi" diye tepki gösterdiniz. Ben yazsam, "gerici" derlerdi...
Bana da diyorlar ne olacak. İlk defa bu kadar bir İslam düşmanına ödül verildi. Diyorlar ki, "bu adamın yazınsal değeri var." Mümkündür ama, ben bağlama bakarım. Eğer, V.S Naipaul bu kadar edebi değere sahip idiyse bu adam 1980'den beri Nobel adayı olduğu halde niye bugüne kadar ödül verilmedi. Niye, 11 Eylül'ün hemen akabinde verildi? O zaman insanların zihnine, bu adamı siciline bakmak gelir. Bakıyorsunuz... Naipaul'un 1990 yılında İran, Pakistan, Malezya ve Endonezya'ya yaptığı bir gezi ve bu geziden sonra yazdığı bir kitap var. Naipaul, açık ve seçik olarak Müslümanlar'ı, "geri, cahil, aptal , yaratıcı olmayan ve hiçbir şeyi başaramayan bir güruh" olarak tanımlıyor. Elbette Müslüman'ın da aptalı vardır, Hıristiyan'ın da vardır. Mesele, bu tür ideolojik genellemelerdedir. Bu peşin hükümdür ve bunun arkasında da ideolojik manasıyla Müslüman düşmanlığı yatıyor. Burada tabiî ayrıca bir mesele var. Ben de Müslümanım ve bu ödül beni şahsen de rencide etti. Ama bunu ayrı tutuyorum çünkü bu özel hayatımla ilgili bir meseledir.
Şu da akla geliyor: Nobel jürisi dünya sisteminin ayrılmaz bir parçası mı?
Hiç şüphesiz... Dahası, Türkiye'de Nobel almayı tasarlayan yazarların da kendilerini bu kritere göre uyarladıklarını ve bu kriterin icaplarına göre davrandıklarını gösteren çok tipik örnekler var. İsim zikretmeye gerek yok, bunların kimler olduğu ve tavırların neler olduğunu herkes biliyor.
İsim zikretmeseniz de birisinin Orhan Pamuk olduğunu dünya âlem biliyor. "Naipaul sana söylüyorum Orhan'ım sen işit" der gibisiniz...
Orhan Pamuk benim umurumda değil. Şundan değil. Mahmut Mutman, Naipaul için "Bu adamın edebi değeri var ama biz onun bu değeri kadar İslam'a karşı aldığı tavrı da hesaba katmalıyız" diye yazdı. Biz, "Bana ne Taliban'ın hemen sonrasında bir İslam düşmanına ödül verilmesinden" diyorsak mesele yok., Orhan Pamuk bunu yaptı işte. Ödülden sonra Radikal'e yazdığı yazı yüzkarası bir yazıdır. Bir Müslüman-Türk yazarının böyle bir şey yapmaması lazımdır. Yaparsa bile, Naipaul'un İslam'a ve Üçüncü Dünya halklarına karşı önyargısının altını çizdikten sonra edebi değerini anlatabilir.
Birbirine benzetmekle beraber yine de Yaşar Kemal'le Orhan Pamuk'u aynı kefeye koymuyorsunuz...
İki tür oryantalizm var bizde. Bunlardan bir tanesi antropolojik olandır ve Yaşar Kemal tarafından temsil ediliyor. İkincisi de gizemli Şark ağırlıklı bir oryantalizmdir ve bunun da temsilcisi Orhan Pamuk'tur. Bu ikisinin Nobel adayı olarak ortaya çıkmalarının bir manası yok mu? Niye Kemal Tahir değil, niye Bilge Karasu değil? Tamamen "acaba" diyorum.
19 Kasım 2001
Pazartesi
 
 
Künye
Temsilcilikler
Reklam Tarifesi
Abone Formu
Mesaj Formu
Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Ramazan| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED