T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i
Bilgisayar'da fiyatları indirdik

Y A Z A R L A R
Patronlar mesleği unutursa, böyle olur!..

Her gün, işsiz kalan gazeteci arkadaşlarımızla ilgili haberler geliyor.. Son ekonomik kriz döneminde işini kaybeden meslektaşlarımızın sayısı, binlerle ifade edilmekte..

Hiç unutmayalım.. Ana hammaddesi haber, makale, düşünce gibi fıktif değerler olsa da, basın, bir sınai ve ticari faaliyet alanıdır..

Sadece, yazı-işleri alanında mesleğini icra eden gazeteciler, işin finansal yanına fazla ilgi duymazlar.. Bunu ancak, gazete zarar etmeye başlayıp, "işsizlik" bir kâbus gibi bastırdığı zaman anlarlar. Veya yine de anlamak istemezler..

Ama, bu sınaî ve ticari gerçeği, basın patronlarının ve yöneticilerinin anlamaması kabul edilemez..

Benim 40 yıllık gazetecilik yaşamımın son döneminde, basın patronlarının da, bu mesleğe yeni girmiş, deneyimsiz gazeteciler gibi olaya bakmaları, beni hep şaşırttı..

Hep Haldun Simavi'yle "Günaydın"da birlikte çalışırken, ondan öğrendiklerimi hatırladım..

Bir keresinde şöyle demişti Haldun Bey:

-Başarılı basın işletmesi, en az gramajlı kağıdı, en ucuza boyayıp, en pahalı fiyata satabilen işletmedir..

Buradaki "boyama"nın, gazeteyi yazıyla, resimle donatmak anlamına geldiğini anlamışsınızdır..

Ne var ki, son dönem basındaki sermayelerin rekabeti, ekonomik mantığa dönük olmaktan ziyade, bazan haksız rekabete dayanan, ama çoğunlukla hesaptan ziyade duyguların ve genellikle anlamsız öfkelerin ağır bastığı, hem kendini, hem rakibini yok etmek mantığı üzerinde gelişti..

Mütevazı ama yeterli binalarda milyona yaklaşan tirajları yakalamış gazeteler, her çeşit maliyetin arttığı plazalarda, gökdelenlerde, daha düşük tirajlarla yaşamı sürdürdüler..

Ana üründen daha değerli promosyonlarla, basının mali yapısı zayıflatıldı..

Birbirini geçmeye değil yok etmeye dönük rekabet anlayışı, sonunda kartelleşmeye ve tekelleşmeye dayanarak, "rekabet" kavramını yok etti..

Köhnemiş Ankara, bir siyasi haber kaynağı olmak yerine, medya sermayesinin kaderini bağladığı bir para kaynağı olarak görüldü.. Basının bağımsızlığı yok oldu.. Okurların yoksullaştığı dönemlerde, muhalefete muhalefet ederek, halktan kopuldu..

Bir bilgi ve sevgi ocağı olan gazetecilikte, "patron-yönetim katı", giderek "yazıişleri katı"ndan koptu..

Politikacıları ağırlamak, onları eleştirmekten daha önemli hale geldi medya plazalarında..

Şoförlü makam araçları, sekreterler, korumalar ve benzeri yan-kadrolar, neredeyse yazı-işleri kadrolarına yakın gider kalemleri oluşturdular..

Gösteriş merakı, gerekli gereksiz personel alımları, hesapsız yeni yatırımlar, basın sermayesinin içini boşalttı..

Hiçbir gazete patronu veya yöneticisi, "atlatma haber"le, "inceleme"yle, "röportaj"la övünmemeye başladı..

Sonuçlar ortada..

Şimdi ekonomik durum yüzünden, hem tirajlar (yani satış gelirleri), hem de ilan gelirleri pek artamıyor.. Oysa bir gazetenin sadece iki kalem ana geliri vardır..

Buna karşı sayısız gider kalemi, sürekli artıyor.. Kağıt, taşıma, enerji, iletişim, ulaşım, v.b..

Ve gazeteler, bollukta 15 kişiye yaptırılan ve beş ayrı mekanda yapılan aynı işin, tek mekanda, 1-2 kişiye yaptırılabildiğini hatırlıyor..

Nihai sonuç ise, basın çalışanlarının işsizliği ve basın sermayesinin bunalımıdır!..

ŞAKA

Hesap meselesi..

270 milyon nüfuslu ABD'de 12 bakan (yahut sekreter), 125 milyon nüfuslu Japonya'da 12 bakan, 82 milyon nüfuslu Almanya'da 14 bakan, 60 milyon nüfuslu Fransa'da 14 bakan olursa, 1,3 milyar nüfuslu Çin'de kaç bakan olmalıdır?

Bunu hesap edemedik..

Ama 65 milyon nüfuslu Türkiye'de 34 bakan var..

Şey gibi.. Bir gemi okyanusu 6 günde geçerse, 6 gemi okyanusu bir günde mi geçer?

ARTIK YETER

"Dün"ü bıraktık.. Şu "yarın" gelse artık

Bugünkü bilgilerinizle, 1991-2001 arasında yaşanılanları hatırlayarak, "Zaman Tüneli"ne girseydiniz ve 1991 seçimlerinde oy kullanmak imkanınız olsaydı, Türkiye'nin kaderi nasıl farklı bir çizgide bulunurdu..

Bırakalım 1991'e geri dönebilmeyi..

1999 Nisan'ına geri dönüp, o genel seçimde oy kullanmak imkânı doğabilseydi..

Bugünkü "3'lü Koalisyon"un iktidarda bulunması düşünülebilir miydi?

Bunu "Onlar" da bildikleri için, zamanı mümkün olduğunca ileriye atmaya çalışıyorlar..

Türkiye'nin günlerini ve geleceğini yeni borçlarla doldurup, her doğacak bebeğin istikbalini ipotek ediyorlar..

Siz, 21'inci yüzyılın "Türk asrı" olmasını beklerken, 2001'in sonunda bu durumda bulunacağımızı tahmin eder miydiniz?

Hiç gerekmeyen ekonomik ve siyasi krizleri üreten bu kötü kadronun, İMF'den yeni borç gelince, "işte düzlüğe çıkıyoruz" diye konuşma yapmaları, sizi rahatsız etmiyor mu?

"Dün"den vazgeçtik.. Şu "yarın" gelse artık.


22 Kasım 2001
Perşembe
 
MEHMET BARLAS


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED