T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Siyasetin sefaleti, gelecek ve Ecevit'in rolü

Başbakan'ın hastalığının yarattığı en önemli sorunlar belli: Belirsiz siyasi ortamın belirsizliğinin biraz daha artması; başta AB konusunda atılacak adımlar olmak üzere siyasi iktidara yönelik -güvensizliği, inançsızlığı beslemesi...

Ancak ortada bir de bu soruların görünmeyen yüzü var. Bu yüz, Ecevit'in ve ona bağlı olarak DSP'nin durumunun erken seçim konusunda ışık yakması, hükümet içindeki zoraki dengeleri sarması ve bu denge sarsılmasının diğer partileri de kuşatmasıdır.

Bu koşullarda Ecevit'e düşen, önce ortaklarıyla anlaşarak erken seçim tarihi belirlemesi ve bundan daha önceki tarihte DSP'yi olağanüstü bir kongreye götürerek görevini devretmesi, yani dip, doğal bir geçişi sağlamasıdır.

Ne var ki, Ecevit'in böyle hareket etmeye niyetli olmadığı görülüyor.

O zaman geriye Ecevit'in bu sağlık koşullarına rağmen hükümet içindeki zoraki uyumu yeniden zorlamak kalıyor ki, son liderler zirvesiyle yapılan da budur.

Bu zirveden çıkan kararlar, Ecevit'in fiili olmasa bile sembolik olarak başbakanlığa devam etmesi, bu hükümetin 2004'e kadar sürüdürülmesi yönündedir.

AKP ve SP'yi hâlâ sistem dışı tutmaya gayret eden mevcut siyaset ve devlet dengeleri dikkate alındığında, Türkiye'nin önündeki AB takvimine bakıldığında, istikrarlı yeni bir hükümet kurulmasının zorluğu varsayıldığında; bu formül bazılarına akılcı gelebilir.

Peki gerçekten öyle mi?

Önce şunu vurgulamak gerek:

Bu tür gerekçelerle seçimden ve yenilenmekten kaçmak, aslında otoriterleşmenin ürettiği zoraki ve sorunlu bir istikrar söylemini biraz daha pekiştirmekten, yani sistemin çaresizliğini biraz daha körüklemekten başka işe yaramayacaktır.

Nitekim daha şimdiden bu "garip istikrar bu formülü" üç büyük tehlike içermektedir.

1.Ecevit'in başbakanlığı sağlık nedenleriyle aniden sona erecek olursa, ortaya çıkacak son derece ciddi kaos halini dengeleyecek hiçbir araç yoktur. Böyle bir durumda herşeyden önce DSP iyice karışacak, ANAP ve MHP arasındaki ilişkiler bir anda gerilecek, asker başta olmak üzere türlü devlet aktörleri yeniden devreye girecek, ekonomi sanıldığının ötesinde etkilenebilecektir.

Ve bilmek gerekir ki bu, her an gelişmesi muhtemel ve Türkiye'nin en kritik döneminde mevcut dengeleriyle hiçbir şekilde hazır olmadığı, altından kalkamayacağı bir durumdur.

2. Son yapılan liderler zirvesinin de ortaya koyduğu gibi, hükümetin şu anki önceliği AB'ye ilişkin kararlardan ya benzer büyük adımlardan çok, kendi uyumunu yeniden sağlamak haline gelmiştir. Bu durum, yarı-başbakan ya da yarı-Ecevit formülünün zorunlu bir sonucudur. Nitekim zirve bildirisi gelinen bu noktayı şu iki cümleyle açıkça vurgulamaktadır:

"AB konusunda yürütülecek çalışmaların hükümetin geleceğini olumsuz etkilemesine kesinlikle izin verilmeyecektir..."

"AB için idam, Kürtçe yayın ve öğrenim gibi tartışmalı sorunlar yerine diğer eksikliklerin giderilmesine öncelik verilecektir..."

MHP'nin AB koşullarını reddeden, tekrar tekrar vurguladığı katı tavrı dikkate alınacak olursa ve bu koşullara ilişkin yasa değişiklerinin yeniden komisyonlara havale edildiği akla getirilirse, AB'den Aralık sonunda takvim almak imkansız hale gelmektedir.

Nitekim bu durum, dün AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Verheugen tarafından açıkça ifade edilmiştir. Aynı kişi buna karşın Kıbrıs'ın üyelik yolunun açık olduğunu söyleyerek Türkiye'nin kendi kurduğu tuzağa düşmek üzere olduğunu da ima etmiştir. Bu tuzak ülkenin AB'den uzaklaşma, daha beteri kendi içine kapanarak, çılgın bir tepkisel milliyetçilik- devletçilik, altından kalkılmaz bir ekonomik krizin ocağına düşme ihtimali olarak karşımızdadır.

3. En nihayet bu güdük formül partilerin erken seçim hesaplarını ve erken seçime koşullanmaları ortadan kaldırmayacak; tersine tahrik edecek niteliktedir. Bu ise, siyasi partiler ile siyaset, hatta siyasi partiler ile toplum arasındaki bağları biraz daha örseleyecek, daha önemlisi "yeni bir popülizm dalgası ve tehlikesini" ifade eden bir durumdur.

Nitekim bunun ipuçları daha şimdiden ortadadır:

MHP bugüne kadar verdiği tavizlere devam ettiği takdirde yok olacağının hesabı içinde, AB karşıtlığında kararlı davranmaktadır ve bu tavrını daha da keskinleştirecektir. Muhalefet partileri DYP, SP ve AKP, sarsılan bir hükümete bakarak hem sistemin içine dahil olmanın hesaplarını yapmakta, hem MHP'nin beslenme kaynağı olan muhafazakar-milliyetçi tepkileri dikkate alarak AB koşulları konusunda bir ileri bir geri adım atmakta, hem değişimci bir dil peşinde nasıl koşacakları düşünmekte ve tereddüt üzerine tereddüt üretmektedirler. DSP ise daha şimdiden Ecevit sonrasına endekslenmiş, iç dalgalara kapılan steril bir parti olmak yolunda ilerlemektedir.

Görmek gerekir ki, ideolojik nitelikli popülizme dayanan bu parti güdüleri ile siyasi sistemin alması gereken kararlar ile partilerin atmayı planladıkları adımlar arasında büyük boşluklar oluşmakta, siyaset partiler arası, tepkilerden beslenmeye yönelik dar çatışmalara doğru yol almaktadır.

Evet gemi henüz yol alıyor ama, bilin ki, önümüzdeki okyanus fırtınalı...



3 Temmuz 2002
Çarşamba
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED