T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ecevit, Bahçeli ve AB

Zirvede "Ecevit ile yola devam" kararı alındı. Ama bu arada Ecevitlerin evlerine de, kendilerine de doğru dürüst bakamadıkları ortaya çıktı.

Emin Çölaşan'ın verdiği bilgiye göre, Ecevit'in derisindeki kabarıklıklar ve lekelerin, iyi yıkanıp temizlenememekten kaynaklandığı hastanede anlaşılıyor. Hatta, temizlik sonrasında, Rahşan Hanım şaşırıp "Meğer senin ne güzel tenin varmış Bülent" diyor.

Çölaşan, Rahşan Hanım zil sesini duymayınca bazen kapıyı -aslında yatak istirahatında olması gereken- Ecevit'in açtığını yazıyor. Bir defasında kapıyı açtığında, gelenler, çelik korsesinin çözüldüğünü, çorabının ayak bileklerine düştüğünü görmüşler.

Pasaklı

Aslında böylelerine "pasaklı" denir.

Yaşlılığın verdiği bir pasaklılık hali ise bu, medenî insan kendisine yardımcı tutar. Ama eve yabancı hiç kimse girmeyecek. Hemşireyi bile almıyorlar. Tabiî bu da ayrı bir hastalık. Psikiyatrik bir vaka.

Ecevitlerin durumunu gazeteden okurken, zaman zaman televizyonlara da yansıyan o içler acısı tablolar zihnimde belirdi: Yaşlı kadın/adam ölmüş, ev, farelerle, kedilerin oynaştığı çöp yığınına dönmüş.

Allah bilir, yardımcı tutmayan Ecevitlerin evi de böyledir. Bülent Bey'in doğru dürüst temizlenmesi bile sağlanamamış ve cildinde pislikten lekeler oluşmuşsa, bir de içinde yaşadıkları evi düşünün! Köşe bucak, gardropların içi ne hale gelmiştir? Zaten, sürekli çay, bisküvi ve kuru gıda ile beslenmekten dolayı, bakımsız kalmışlar. Sebze, meyva, vitamin noksanı tesbit edilmiş.

Karı koca Ecevitlerin oluşturduğu bu hüzünlü tabloya bakıp mırıldanıyoruz: "Kendisi muhtac-ı himmet bir dede / Nerede kaldı gayrıya himmet ede"

Acaba Ecevit, ilâçlarını zamanında ve muntazam olarak alıyor mu? Bu dil sürçmeleri tedavinin aksamasından mı kaynaklanıyor, yoksa hastalığın tabiî bir seyri mi?

Ecevit'in "gafları"

Önceden de vardı kelimeleri karıştırması; ters algılaması vs... Meselâ, Hasan Cemal ile Can Dündar Hindistan seyahati dönüşü, Tagore'nin kitabını imzalattırmak istediklerinde, imzayı, kalem yerine parmağı ile atmaya çalışmıştı. Demokratik Sol Parti'ye, Demokrat Partililer diye hitap etmişti. Zaman zaman kürsüyü şaşırıyordu; akşam ziyarete gelenlere "günaydın" dediğini, içeriye gidip geldiğinde, öncede elini sıktıklarını, yeni karşılaşmış gibi selâmladığını anlatıyorlardı.

4 Mayıs'tan sonra durum vahamet kesbetti. Fizikî yetersizliğinin yanı sıra, zihnî bulanıklık ve koordinasyonsuzluk arttı.

27 Mayıs'ta Başkent Hastanesi çıkışında söyledikleri: "Hastayı geçtim... Aslında önemli olmayan bir hastalık aşamasından geçtim... Başkent ana.. anahtarı... Sayın Haberal ve değerli üyeleri... Değerli başbakan... Değerli başkan hepsi çok yakından ilgi gösterdiler. Kendilerine şükranlarımı sunuyorum." (28 Mayıs 2002 - Star)

27 Haziran'da DSP Grubu'ndaki konuşması: "Dolalıklar dolayısıyla ayrı geçtim aranızdan... Ayrıca bu haftalar boyunca Karahar, Koran'daki evimizin yakınında değerli gazeteciler, çok sayıda gazeteciler gece gündüz nöbet tuttular. Fakat bir eski gazeteci olarak kıvançla belirtmeliyim ki 'Yerinde muhabirlik gazetece yapan gençlerimiz' gazetecilerimiz her zaman tarafsız davrandılar. Şimdi bir iki güne kadar 'tahtile', '13 aylık' bir tatile gireceksiniz." (28 Haziran 2002 - Star)

*   *   *

Zaten hem MGK'ya, hem de liderler zirvesine bu yüzden Ecevit'le beraber Hüsamettin Özkan da katılıyor. Başbakan tek başına yetemiyor. Şimdi işin içine bir de Rahşan Ecevit'in Özkan'a karşı cephe alması girdi. Başbakan ile Özkan'ın arasının açılması, Ecevit'in gelişmelerden daha da kopması sonucunu doğuruyor.

Evvelki gün, zirveden sonra gene "dili sürçtü(!)": "Çalışmalar" yerine "çamaşırlar" dedi. "Kuşkumuz" demek isterken ağzından "kurgumuz" kelimesi çıktı. Seçimin zamanında yapılacağını ilân ederken, 2004 yerine 2003 tarihini verdi. Avrupa Birliği hususunda bir soruyu cevaplandırırken, yaz tatilinde grup başkanvekillerinin, gerekirse muhalefetle de işbirliği yaparak, 2004 yılının siyasal yaşamıyla ilgili çalışmalar yapacaklarını söyledi. Tabiî bu cümle hiçbir anlam ifade etmiyordu. Belli ki söze niçin başladığını unutmuştu. Avrupa Birliği ile ilgili yasal düzenlemelerin yaz aylarında gerçekleştirileceğini anlatmak istiyordu.

Kürtçe eğitim ve yayın

Ama bu mümkün değil. Üstelik Ecevit'in hastalığı dolayısıyla, Bakanlar Kurulu'na Bahçeli'nin riyaset etmesi, MHP'nin hükûmetteki ağırlığının artmasına yol açıyor.

Bir de MHP Meclis Başkanvekili Murat Sökmenoğlu'nun açıklamasını hatırlayın: "DSP ve Anap, Kürtçe eğitim ve yayın konusunda muhalefetle anlaşırsa, MHP koalisyondan çekilir"

Zaten Kürtçe eğitim için, Anayasa'nın 42'nci maddesinin değişmesi gerekiyor. 42'nci madde "ana dil" haricinde eğitimi yasaklıyor. Oysa Kürtçe "yabancı değil, ana dil" olarak okutulacak.

*   *   *

TESEV'in yaptığı araştırma, halkın önemli bir bölümünün, demokratik hak ve hürriyetlerden yana olmasına, Avrupa Birliği'ne üye olmamızı istemesine rağmen, meselenin ayrıntısına girince, özellikle Kürtçe eğitim ve yayın konusunda isteksiz darandığını ortaya koydu.

Soru: Türkiye'nin AB'ye üye olmasının zorunlu tek şartı Türkçe'den başka anadil konuşanların, kendi anadillerinde radyo ve TV yayınları yapabilmesi olsaydı, siz Türkçe dışında anadillerde yayın hakkını engelleyen yasaların kaldırılmasını onaylar mıydınız?

Cevap: Evet, kaldırılmasını onaylardım % 39. Fikri yok % 5. Hayır, kaldırılmasını onaylamazdım % 56.

Soru: Türkiye'nin AB'ye üye olması için, Türkçe'den başka anadil konuşanların, meselâ Kürtçe konuşanların, kendi anadillerini özel dershanelerde öğrenmelerini engelleyen yasaların kaldırılması tek şart olsaydı, bunu onaylar mıydınız?

Cevap: Evet, kaldırılmasını onaylardım % 37. Fikri yok % 5. Hayır, kaldırılmasını onaylamazdım % 58.

Hal böyle olunca, tam da seçim arefesinde etnik hassasiyetlere dayalı propaganda yapmak MHP'nin işine geliyor.

Bahçeli ve idam

Bahçeli, önce Çin'den seslendi: "Apo'nun idam dosyasını Meclis'e getirin"

Oysa 1984'ten beri, hiçbir ölüm cezası infaz edilmiyor. Üstelik ulusal programda koalisyon ortakları bu durumu teyid ettiler. Aynı zamanda Avrupa Birliği İnsan Hakları Mahkemesi neticeleninceye kadar, Apo'nun asılmayacağı sözünü verdiler.

Öyleyse neden Bahçeli "Apo dosyası Meclis'e indirilsin" diyor? AK Parti Grup Başkanı Bülent Arınç'ın haklı olarak belirttiği gibi: "122 idam hükümlüsünün dosyası Genel Kurul'a indirilmedi, komisyonda bekletiliyor."

Öyleyse neden Apo'nun dosyası Genel Kurul'a gelecek?

Ertuğrul Özkök'ün Bahçeli ile yaptığı mülâkatta, MHP Başkanı bu soruya bir açıklık getiriyor:

Özkök: "Ya Öcalan'ın dosyasının Meclis'e getirilmesi meselesi?"

Bahçeli: "Biz şunu göstermek istiyoruz: Terörist başının bir ayrıcalığı yoktur. O nedenle iki isteğimiz var. Biri, dosyanın Meclis'e getirilmesi, öteki de Öcalan'ın F tipi cezaevine nakli."

Özkök: "Peki Meclis'e geldiği takdirde, bazı milletvekilleri, biraz da seçim ortamının etkisiyle 'Getirin şu dosyayı Meclis'te oylayalım' derse ne olacak"

Bahçeli: "İdam cezaları uygulanmayacak diyen o moratoryumu kim imzaladı? Altında bizim imzalarımız yok mu? Elbette imzamıza sadık kalacağız." (25 Haziran 2002-Hürriyet)

Yukarıda kısa bir bölümünü naklettiğimiz mülâkattan da anlaşılacağı üzere, Bahçeli'nin zihni hiç berrak değil. Eğer moratoryuma uyarak ölüm cezasını uygulamayacaklarsa, niçin dosyanın Meclis'e getirilmesi için ısrarlı davranıyorlar? Kaldı ki, 122 idam hükümlüsünün dosyasının komisyonda bekledildiği düşünülürse, Öcalan'a bir ayrıcalık tanınmış da değil. Üstelik kastedilen hükûmetin dosyayı komisyona göndermesi ise, bunu da yapacak olan kendisi ve koalisyon ortakları.

İstismar

Konu istismara müsait. Belli ki MHP, zirveden çıkan karara rağmen, seçimin beklenilenden erken geleceğini düşünüyor. Seçim kozu ise, "Terörist başının idamı... Avrupa Birliği karşısında ulusal onur vs..."

Baksanıza, muhalefetin idam konusunda desteğini kırmak için MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır nasıl konuşuyor: "Öcalan'ı kapsayacak şekilde idamın hemen kaldırılmasını istiyorlar mı? Öcalan'ın affedilmesini sağlayacak düzenlemelerden yanalar mı? Tavırlarını netleştirsinler. Öcalan'ı affedip, kendilerine genel başkan yapmak istiyorlarsa engel yok." (28 Haziran 2002 - Hürriyet- Mehmet Şandır'ın Bülent Arınç'a cevabı)

Varis çorabı ayağına düşen, yıkanmayı bile doğru dürüst başaramayan, "dolalıklarından" muzdarip Başkent anahtarının tedavi ettiği Ecevit, acaba "çamaşırlarını" aksatmadan sürdürüp, bunca zorluğun üstesinden gelebilecek mi?


3 Temmuz 2002
Çarşamba
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED