T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kürt meselesi

Irak, Türkiye'nin baş gündem maddesi haline geldi. Türkiye, güneyindeki gelişmelere korkuyla bakıyor: "Ya Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurulursa?"

Bu korkunun, yüksek sesle ifadesi, aslında topraklarımızda yaşayan, cumhuriyetimizin kurucu unsurlarından biri olan, Kürt asıllı yurttaşlarımızı rahatsız ediyor, rencide ediyor.

Kürt-Türk beraberliği

Unutmayalım, biz Lozan'da, hem Kürt hem de Türkler'in -Araplar dışında kalan Müslümanlar'ın- sözcülüğünü yaptık. Musul ve Kerkük'ün, Türkiye Cumhuriyeti'nin içinde kalmasını savunurken, halk oylamasına gidilmesini istiyorduk. Çünkü o yörede yaşayan Kürt-Türk Müslümanlar'ın, İngiliz mandası altında kalmak ve Araplarla birlikte olmak yerine, bizimle bütünleşmeyi arzu edeceklerine inanıyorduk.

1925'te patlak veren Şeyh Sait isyanı ve takib eden gelişmeler, Türkler ile Kürtler'in arasına mesafe koydu. Kimine göre Şeyh Sait isyanında İngiliz parmağı vardı.

Keşke Atatürk, hilafeti, Kazım Karabekir'in dediği gibi, Güneydoğu sınırının çizilmesinden sonra kaldırsaydı. Keşke, Şeyh Sait isyanı patlak vermeseydi. Ve keşke, İstanbul Meclis-i Mebusan'ında ilân edildiği gibi, Misak-ı Millî hudutları içinde kalan Musul Kerkük, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir parçası olsaydı.

Ama, tarihi yeni baştan yaşamak da, yazmak da imkânsız.

Ortadoğu Osmanlı oluyor

Selçuklular, Anadolu topraklarını Bizans'tan alırken, orada bulunan Müslümanlar'ın ve diğer halkların hiçbir direnciyle karşılaşmadılar. Gönüllü beraberliğin temelleri böylece atıldı. Zaten 1071'de Kürtler, bugün olduğu gibi Fırat'ın doğusuna yayılmamışlardı. Oralarda, Ermeni ve Rumlar çoğunluktaydı. Kürtler, Van'ın güneyinde, bugünkü Kuzey Irak'ı da kapsayan topraklarda yaşıyorlardı. Türkler Doğu'yu İslâmlaştırdıkça, bozkır göçebesi olan Türkmenler ile dağ göçebesi Kürtler, Fırat'ın doğusunda kalan araziye yayıldılar.

Bu beraberliğin, Osmanlı hakimiyeti altında, kalıcı hale geldiğini ve yüzyıllar boyunca devam ettiğini görüyoruz.

Yavuz Sultan Selim, kendisi gibi Türk olan Safevi hükümdarı Şah İsmail ile savaşırken, Kürt asıllı ünlü fıkıh ve tasavvuf âlimi İdris-i Bitlisî'nin telkinleriyle Kürt aşiretler Osmanlı'yı tercih ettiler. Çaldıran Zaferi'ni kazanan Yavuz Sultan Selim, bugün Güneydoğu'muzda bulunan Bitlis, Hasankeyf, Diyarbakır, Urfa, Mardin bölgelerini aldı (1514) Çaldıran'ı takib eden, Mercidabık ve Ridaniye seferleriyle (1516-17) bugün Ortadoğu diye bilinen bölgenin büyük bir bölümü Osmanlı'nın hâkimiyetine girdi. Yavuz'un oğlu Kanunî Sultan Süleyman, Irakeyn seferi ile, Bağdat'ı topraklarımıza kattı. (1534-1535)

O tarihten 1917'ye kadar, 400 yıla yakın bir zaman, "Ortadoğu" kanlı savaşlara, suikastlere sahne olmadan, nisbî bir barış ve istikrar içinde yaşadı.

Birinci Dünya Savaşı'nda yenilgiye uğrayınca, Araplarla birlikte Kürt ve Türkler'in yaşadığı o topraklar elimizden çıktı. İngilizler'in öncülüğünde sun'î bir Ortadoğu haritası çizildi.

Ortak kader

Bütün bunları, Türklerle Kürtler'in ortak kaderini hatırlatmak için anlatıyorum.

Fırat'ın doğusuna, bölgeyi İslamlaştırarak yayılmamız... İdris-i Bitlisî'nin yardımı mukabilinde, Yavuz Sultan Selim'in Osmanlı'da geçerli olan tımar sistemini, bu bölgeye uygulamayarak, Kürtlere -bugünkü tâbirle- bir nevi özerklik tanıması... Milli Mücadele'de işgalci devletlere karşı yürütülen savaş... Lozan anlaşmasında Kürtler'e azınlık statüsü vermemekle birlikte, "Müslümanlar'ın, ana dillerini konuşmakta ve yayınlamakta serbest olduklarının" vurgulanması...

Bu müşterek maziyi hatırlayarak, Kuzey Irak'taki gelişmeleri izlerken, kullandığımız dile özen göstermeliyiz. Sürekli Kürt devleti tehlikesinin vurgulanması, içimizde de bir güvensizlik ve rahatsızlık yaratmaz mı?

Barzani ve Talabani ile Kuzey Irak'ta yaşayan Kürtler'i aynı potaya koyamayız. Bir yanlış varsa Barzani ve Talabani'ye aittir.

Özal hata mı yaptı?

Kürt Federe Devleti'nin Anayasa taslağında, Kerkük'ün başkent olarak gösterilmesi, bu hususun gerçekleştiği anlamına gelmez. Saddam sonrasında, o Anayasa taslağı merkezî hükümetle müzakere edilecek.

Batı dünyası, petrol yataklarının Arap egemenliğinden çıkmasına bir kere izin verirse, Ortadoğu'daki dengeleri kökünden sarsacağını bilir. 1991 Körfez Savaşı'nda ABD'ye yardımcı olan Kürtler, çatışma sona erince, Saddam'ın mağlubiyetinden istifade ederek, Kerkük'e girip tapu ve nüfus sicillerini değiştirmeğe kalkıştılar. Bu yüzden, Amerika Birleşik Devletleri onlardan desteğini çekti. Saddam, Amerika'nın bölgeyi boşaltmasından istifade ederek, Kürtler'e saldırınca, yüz binlerce sığınmacı bizim topraklarımıza geldi. Aslında o tarihte, onlarla birlikte çok sayıda PKK teröristinin de ülkemize sızdığı belirtiliyor. Hatta, bir görüşe göre, Özal, sığınmacıları, sınırlarımızın hemen dışında, Kuzey Irak'ta kurulacak çadırlarda iskân etmek yerine, bizim topraklarımıza almakla, hata yapmıştı. Sonra mültecilerden kurtulmak için, 36'ıncı paralelin kuzeyinde bir güvenli bölge oluşturmak gerekti. ABD'nin ve diğer müttefiklerin iştirakiyle kurulan "Çekiç Güç" (Rapid deployment forces) bir Kürt devletinin adımlarının atılmasının önünü açtı.

Özal'ın, "1 koyup 3 alacağız" hayali tam anlamıyla ters tepti. Acaba, yabancı ülkeleri karıştırmadan, Türk ordusu, tek başına, 36'ıncı paralelin kuzeyinde, Kürtler'in güvenliğini sağlayamaz mıydı? "Kürt Federe Devlet" oldu bittisi karşısında, o gün Özal'ın aldığı kararın hatalı olup olmadığı da tartışılıyor. Çünkü Çekiç Güç, Kuzey Irak'ta güvenliği sağlarken, Türkiye'nin başına belâ oldu. PKK teröristlerinin sığındığı kampları da himaye etti.

Kerkük nüfusu

Türkiye, Kerkük'ün, Kürt Federe Devleti'nin başkenti olmasını sakıncalı bulmakta haklı. Petrolün % 8'inin çıktığı Kerkük, Kürt Federe Devleti'nde kalırsa, petrol kokusunu alan başka ülkeler, dolaylı dolaysız müdahalelerle bizim topraklarımızda da istikrarsızlık yaratabilirler.

Ama, dünya devletleri, Kerkük petrolünün tek başına Kürt tarafında kalmasına izin vermeyecek, Irak halkları arasında, eşit ve hakkaniyet ölçüsüne göre paylaştırılmasını isteyecektir. Zaten demografik yapı da, Barzani'nin iddialarını haklı çıkartmıyor.

Eski nüfus sayımlarında, Türkmenler Kerkük'te çoğunluktaydı. Nitekim 1957 nüfus sayımı, Kerkük'ün % 50'sinin Türkmen, diğer yarısının Arap, Kürt ve farklı etnik gruplardan oluştuğunu ortaya koymuştu. Ama daha sonraki yıllarda, Milliyetçi Arap rejimi (Baas rejimi) Kerkük'ü Araplaştırma politikası güttü. Bugün Kerkük nüfusunun çoğunluğu Araptır.

* * *

Görüldüğü gibi mesele çok girift. Bir yanda, müşterek bir mazi ve ortak bir kader var. Öte yanda, tarihte yaşanan çeşitli isyanlar, PKK terörü ve bölünme korkusu.

Bugüne kadar Türkiye, kendi Güneydoğu'sunda hep güvenlik öncelikli politikalar yürüttü. Ama tam aksine sonuçlar alındı; PKK'nın istediği gibi kardeşlik ortamı bozuldu.

Eğer siz hâlâ Şeyh Sait'in torunu diye Melik Fırat'a şüpheyle bakıyor ve yurt dışına çıkabilmesi için eline pasaport vermiyorsanız, bugün Ortadoğu'yu sarsan dinamik konjonktürde, kendi ülkeniz için istikrar üretemezsiniz.

Neden Güneydoğu'da yaşayan halk, bugün çoğunlukla DEHAP'ı tercih ediyor, hiç düşündünüz mü?


17 Ekim 2002
Perşembe
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED